31 Mayıs 2010 Pazartesi

Kaderci Liboş


“Sen fatalist misin?”
“Fatalist diye sana derler…”
“Kızma canım, kötü bir şey demedim…”
“Daha anlaşılır sor…”
“Yani kaderci misin, kadere inanır mısın?”
“İnanırım…”
“Değişime inanır mısın?”
“İnanırım…”
“Kadercilerin özgürlükçü değişimlere yol açabileceğine inanır mısın?”
“Ona da inanırım…”
“Pratikte bu mümkün mü?”
“Neden olmasın? Kötülükleri başkalarından, iyilikleri kendinden bilirsen mümkün…”
“Bu ne biçim bir kaderdir?”
“Kedersiz kader…”
“Ya tam tersi gerçekleşirse?”
“Ona da ‘kederli kader’ diyoruz.”
“Kedersiz kaderciliği nasıl başarıyorsun?”
“Kader yönetimi eğitimi gördüğüm için.”
“Diploma alanlara ne ad veriliyor?”
“Liberal Demokrat...”
“Bazıları size liboş diyor ama…”
“Kaderimmiş, katlanıyorum...”

Ali Sefünç

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Patlak Ego Sendromu


Patlak Egoluların sayısında patlama vardı. Beynindeki patlak egolular albümünü açtı, gözden geçirdi. Hayret, hepsi de patlak gözlü değildi! Gelgelelim hükümranlığa ve maçoluğa yatkınlıkları tartışılmazdı. Yükseklerden uçmayı seviyor, irtifa kaybetmeyi hazmedemiyorlardı ayrıca.

Anlayamayan Adam’ın aklına, “Tombalacık Halimem” şarkısının sözleri geldi birdenbire: “Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”

“Patlak Ego Sendromu” kesinlikle bir zirve illetiydi. Zirvede zırvalamaya yol açabilecek bir dert… Tepetaklak iniş hastalığı da denebilirdi. Kendi sorup kendi yanıtlayarak konunun kaynağına inecekti şimdi.

Ego’nun Türkçesi “ben, benlik, kendilik” demek miydi?
Evet...
Ego sahipliğinin mali yükü var mıydı?
Yoktu, çünkü bedavaydı ve vergiye tabi değildi...
Benliğini bulamamış birini toplum içinde adamdan sayarlar mıydı?
Genellikle saymazlardı...
Hal böyleyse, ego iyi bir şey miydi?
Belli bir yere kadar iyiydi sanki...
Nereye kadar iyiydi?
Zorluk tam da bu noktada başlıyordu. TSE, egolara standart getirmeyi akıl edememişti maatteessüf. Bu nedenle iş başa düşmekteydi. Hastalığın ilk belirtisi şişkinlikti. Olağanüstü ego şişkinliği… Anlayamayan Adam, normal egodan yola çıkıp patlak egoya giden bir yol haritası çizmek istedi.

Yolculuğun ilk aşamasında sıradan bir ego ele alınıp önce okşanıyor, sonra olabildiğince şişiriliyordu. Şişkin ego yere göğe sığamayacak hale geldiğinde bile sahibinin gözünü doyuramıyorsa, kaçınılmaz son yakındı. Balona dönen ego başarısızlıklarla bilenen, sivrileşen bir engele takıldığında, gümbedek patlayıverirdi zira.

Patlayan şeyler er veya geç sönerdi; işte bu yüzden patlak egolar sürekli üflenmeliydi. Bu çaba çok yorucuydu; ego sahibinin nefesi tükenince yandaşlarının nefesine ihtiyaç duyulurdu mecburen. Yandaşlığını kanıtlamak gayesiyle yan yatan kişi ve kurumların nefesine… Uluslararası Para Fonu’ndan mahalle üfürükçüsüne kadar…

Anlayamayan Adam, aklına gelen diğer olasılıkları da düşündü: Patlak ego, doğumsal bir kusur muydu? Her egonun bir şişme hacmi ve son kullanma tarihi vardı da, limitler dolunca mı egolar patlıyordu? Her kuşkuda bir gerçek payı bulunurdu. Patlak egolar yama tutar mıydı peki? Hiç sanmıyordu… Hava kaçırdıkları, sürekli fıslamalarından belliydi.

Egosu patlakların bir ortak özelliği de, savunma yöntemleriydi. Onlar, teselli yaratacak eylemlere tez elden girişip, rakiplerinin şişkin egolarına göz dikmekteydiler. Zincirleme ego patlatma reaksiyonunun en belirgin sonucu neydi peki? Zarar verme yararı elde etmekten öteye geçmezdi tabii ki…

Egosu patlak insanlar, lastiği patlak araçlara benzer miydi? Benzemezdi zira lastiği patlak araçlar asla kin tutmaz, başka araçların lastiğini patlatmaya çalışmazlardı. Özetlemek gerekirse, egosu patlak insanlar hasım gördüklerinin egolarını patlatma arzularından tanınırdı.

T.C. iktidar kadroları tarihi yapılan gafların, kaybedilen safların, azalan oyların, açık veren bütçelerin, ortaya çıkan servetlerin, isyankâr vekillerin etkisiyle patlayan egolarını, muhalif egoları patlatarak gizlemeye çalışanlarla doluydu.

T.C. muhalefet kadroları tarihi de bundan çok farklı sayılmazdı aslında… Sürekli defans yaptıklarından yalnızca parti içi ego patlatma seansları düzenleyip durmuşlardı öteden beri… Yeni başkanı belirlemekte zorlandıklarına göre hazırlıksız yakalanmışlardı. Teknolojik röntgencilik devrinde “yedekli parti başkanlığı sistemi”ne geçmek lazımdı bir an önce… En az dört-beş yedek başkan… Islak CD’si işportaya düşen kenara alınır ve sıradaki başkanla yola devam edilirdi. Patlak ekonominin gereksiz tartışmalarla gözden kaçması böylece önlenmiş olurdu.

Anlayamayan Adam’ın kafasında durum iyiden iyiye netleşmeye başlamıştı: Islak imzalar, ıslak CD’ler, istifalar, hekimleri ve hâkimleri hedef almalar, yasaklar, tuzaklar, sonuçsuz davalar, hukuksuz uygulamalar “Patlak Ego Sendromu”na bağlıydı kuvvetli ihtimal. Bu illetin çaresi bulunur muydu? Mutlaka bulunmalıydı çünkü patlak egoluların idaresinde yaşamanın ıstırabına katlanmak çok zordu. Her şişkin egoya bir sibop takmak işe yarar mıydı? Denemek lazımdı… Evet evet, ilk genel kurulda, ilk genel seçimde denemek lazımdı…

Ali Sefünç

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Sekiz Maymunu Oynamak


Anlayamayan Adam, Meclis TV’yi izlerken duyu spazmı geçirdi. Kötücül dış dünya uyaranlarını algılama yeteneğinin baskısı altındaydı kısacası… Çözüm arayışına geçecekti mecburen. Evdeki sakinleştirici ilaçlar anayasa görüşmelerinin daha ilk haftasında tükenmişti.

Bir başka yolu deneyerek gevşemeliydi; aklına hemencecik üç maymunu oynamak geldi… Duyularını sıkıca kapatırsa rahatlayacaktı ancak ortada bir hesap yanlışlığı vardı. Üç maymunu, maymunsuz oynamak acayip zor bir işti.

Bir eliyle ağzını, diğeriyle gözlerini kapatarak iki maymun düzeyinde başarıya kolaylıkla ulaşsa da, üçüncü tarafı açıkta kaldı. Töre tecavüzüne uğramak da vardı, tedbirsiz dolaşmanın sonucunda. Belki de o yüzden ellerini, ırzına göz dikenlere karşı savunma aracı olarak boşta bırakmalıydı.

Öte yandan üç tanecik maymun, beş duyulu birinin neresini kapatmaya yeterdi ki? Burnuna gelen kötü kokulardan kurtulmak ve teninin tamamına yayılan kaşıntıyı engellemek üzere iki maymun daha şarttı… En büyük duyusunu göz ardı edemezdi. Meclis TV uyaranlarını en fazla beyniyle algıladığına göre altıncı bir maymun gerekiyordu. Şöyle en irisinden…

Hayat uyaranlarını kahve falından algılayanlar için fincan ağzı kapatan bir maymun düşünmeli miydi? Neden olmasın? Malzemeden bol tutmak lazımdı. Oyunbaz maymun milletine hiç güvenilmezdi; sekizinci bir maymunu yedekte tutmaya karar verdi.

Evin içinde bir maymun sürüsüyle yaşamak nasıl bir şeydi acaba? Kargaşa çıkarmalarından, mutfağı yağmalamalarından, evi ele geçirmelerinden korktu ve vazgeçti sekiz maymunu oynamaktan. Onları doyurmak kim bilir kaç paraya patlardı? Aklı başına gelince en sakıncasız çareyi buldu: Spazmı atlatır atlatmaz Meclis TV’yi kapatacak veya televizyonu yere atıp üzerinde bir maymun gibi tepinecekti.

Ali Sefünç

id="wobsbn"> Web Analytics