28 Aralık 2011 Çarşamba

Noel Baba'nın İçli İç Konuşması
























Şanslıyım çünkü dünyada gençleştirme yapılmayan tek mevkii benimki… Bana Noel Baba yerine Noel Dede deseler, daha mı isabetli olurdu? Gerçi ileri yaşta baba olan ünlülere de dede muamelesi yapılmıyor. Her neyse, fazla kurcalamayayım, magazin basınının bir bildiği vardır mutlaka…

Mevsimlik işçiler gibi kısa dönem çalışıyorum ancak angaryalarım her geçen yıl artıyor. Mevsim de hep kışa denk geliyor. Noel yorgunluğu bambaşka bir şey… Yeryüzündeki değişim baş döndürücü. Sorunum dünyayla değil, insanlarla aslında. İnsanlar bozulmasa, dünya da bozulmazdı.

Şehirler tatminsiz insanlarla doluyor, şehir planları giderek karmaşıklaşıyor. Bazı ülkelerde adresleri navigatörle bulmak bile çok zor artık… Politik eğilimlere göre verilen sokak, bulvar ve park isimleri sürekli değiştiriliyor.

Bacasız evlere, bacasız fabrikalar da eklendi. Bacasızlığın getirdiği sıkıntıları bir ben, bir de yuvasız leylekler bilir. Leyleğin birine sormuşlar, “Neden tek ayağının üzerinde duruyorsun” diye, o da alaycı bir gülümsemeyle cevap vermiş, “O ayağımı da kaldırıp düşeyim mi yani” diye. Şu sıralar dünyaya, bu filozof leyleğin mantığı ele geçirmiş kesinlikle.

Çocukları için benden hediye bekleyenler, kredi aldıkları bankaları Noel Baba gibi görüyor mudur acaba? Sanal ticarete alışamadığım için alışverişleri hâlâ kendim yapıyorum. Hediyelerin bazıları ağır geliyor. Bel fıtığım azdıkça, kas gevşetici alıyorum. O da mideme dokunuyor.

Zamane çocuklarını mutlu etmek, geçmişle kıyaslanamayacak kadar güç çünkü büyümüş de küçülmüşlerin sayısında büyük patlama var. Marka tutkunluğu kundağa kadar inmiş. Ve ilaveten sınırsız teknoloji çılgınlığı… Dağıttığım her bir hediyenin ortalama mutluluk süresi eskiden 3-5 seneyken, şimdiler de birkaç günü bile geçemiyor.

Yılbaşı görevlerim giderek çeşitleniyor. Pazar tezgahlarında çığırtkanlık yapmak, piyango bileti satmak, tacizci ve kapkaççı avına çıkmış polisleri kamufle etmek gibi işlere bulaştırılıyorum. İmaj kaybı, işte böyle bir şey…

Dünyada rekabet sınır tanımıyor. Yakında piyasaya “Helal Noel Baba” sürerler diye korkuyorum. Onun kıyafetinin biçimi ve rengi farklı olur herhalde. Bu konuyu, şöhretimi kıskanmayan bir müftü açıklığa kavuşturabilir en iyi.

Müslüman mahallesinde Noel Babalık, salyangoz satıcılığına benziyor. İslam dünyasında bana gösterilen tepki, postmodern Haçlı seferine katılan Müslümanlara gösterilmiyor. Kafam acayip karışık, Amerika da şeriatçıymış meğerse. Bunu nerden mi çıkardım? Çünkü Amerika’nın bahar getirdiği bütün ülkelerde şeriat hükümetleri kuruluyor yahu.

Misyonumu ifade etmekte bocalıyorum. Bana destek veren kavramların zayıflamasına içleniyorum. Mutluluk verme açısından “Sosyal Devlet” anlayışı da bir nevi Noel Baba işlevi görüyordu geçmişte ancak onu çoktan öldürdüler. Mezarının yeri bile belli değil üstelik.

Ölümsüz bir efsane olduğum için ben yaşıyorum fakat ne gariptir ki mezarımın yeri yurdu kimilerince besbelli. Türkiye’nin Demre kasabası diyorlar… Gerçi hakkımda rivayet boldur, hangi birine inanayım? Romatizma ağrılarım şu sıralar arttı. Efsaneleri kabul eden bir huzurevi var mıdır? Yalnızlıktan kurtulur, birkaç arkadaş edinirim hiç değilse.

Mutluluk dağıtmak yalnız başına yapılabilecek bir iş değil. Kadrolaşmayı düşündüm ancak ileri demokrasilerde örgütlü suçlardan tutuklanmamak için hemen vazgeçtim. Neyse ki şu sıralar en büyük desteği Barselona Futbol Kulübü’nden görüyorum. Verdiği mutluluğa bakılırsa, benden daha mı mükemmel? Kim bilir, belki de…

Barselonalı futbolcuların hepsi bir tuhaf, attıkları sekizinci gole de ilk golmüş gibi seviniyorlar… Şikeye bulaşmadan, antrenörlerine krampon atmadan, birbirlerine posta koymadan, tek bir santrafora bel bağlamadan bol gollü galibiyetler almaları, mucizelerin adamı olarak beni bile kıskandırıyor. Bunalınca Barselona maçlarını izlemeliyim sanki…

Her yerde Noel Baba adıyla anılmam aslında. Benimle özdeşleşen ziyafet yiyeceği de her ülkede hindi değildir. Kızılderililerin verdiği hindiyle açlıktan kurtulan Amerikalı ilk göçmenlerin eseridir bu hindicilik akımı. Eskiden kimi ülkelerde kaz pişirilirmiş. Noel alışkanlıkları da küresel standartlaştırmadan payını aldı.

Kümesteki kazın bazı kültürlerde farklı anlam taşıdığını biliyorum. Vergi ödeyenler kümesteki kaza benzetiliyormuş mesela. Tüyleri yolunuyormuş ancak kesilmiyorlarmış. Kuş sütünün yerini yakında kaz sütü alır mı acaba?

Dünya lider kadrolarındaki kalite, her geçen yıl düşüyor. Halkına mutsuzluk veren liderlerin benden daha popüler olması ağırıma gidiyor, mutsuzlaşıyorum. Mutsuzken mutluluk dağıtmak zevksiz bir iş

Uyumsuzluk, en önemli açmazım. “Zaman sana uymuyorsa, sen zamana uyacaksın” diyenler haklı galiba. Demodeliğimin farkındayım. Kırmızı dona verilen önem, bana verilen önemi geçti mi? Galiba Öyle...

Beklentiler yükseldikçe yükseliyor. Hediyeleri artık kargoyla mı dağıtsam? Karşı taraf ödemeli tabii ki… Kargo parasını ödemezlerse battığımın resmidir. Az hizmetle çok itibar sağlamanın yollarını bulmalıyım. En iyisi, bir başka düşünce boyutuna geçmek… Şark dünyasını etkileyen sloganlardan yararlanabilirim. Evet, şunları bir kenara yazayım da unutmayayım:
Her şeyi de Noel Baba’dan beklememek lazım…
Manevi değerimiz Noel Baba’yı yıpratmayalım lütfen…
Bir suçu varsa, tabii ki Noel Baba hakkında da adli tahkikat yapılmalıdır…
Ho-ho-ho-ho-ho…

15 Aralık 2011 Perşembe

Nafile Özür Diyaloğu

























“Özür dilememiz lazım.”
“Dileyelim mi?”
“Elbette…”
“Dileyelim ama…”
“Ama ne?”
“Gerekiyorsa dileyelim.”
“Gerekmiyor mu yani?”
“Önce sen söyle.”
“Neyi?”
“Gerekip gerekmediğini…”
“Bence gerekiyor.”
“Sen özür dileyebilirsin o zaman.”
“Peki, ya sen?”
“Dilemeyeceğim.”
“Neden?”
“Çünkü gerekmiyor.”
“Hani kabahatimiz ortaktı.”
“Yanılmışım, kabahat ortaklığı diye bir şey yokmuş.”
“Ne ortaklığı varmış?”
“Kazançsız şeylerin ortaklığı olmazmış.”
“Öyleyse, ikimiz de özür dilemeyelim.”
“O da yanlış kaçar şimdi, ‘özür’ kelimesi bir kere ağzımızdan çıkmış bulundu.”
“Ne yapmalıyız?”
“Kabahati fazla olanımız özür dilesin.”
“O kim?”
“Kendini en fazla suçlu hissedenimiz…”
“Yani kim?”
“Tabii ki sen…”
“Komiksin, lütfen saçmalama!”
“Peki, ciddi bir öneride bulunayım.”
“Nedir o?”
“Özür şaşırtması yapalım.”
“O nasıl bir şey?”
“Geçmişe gidelim… Geçmiş meseleler için özür kampanyası açalım.”
“Ne kadar geçmişe?”
“Uzak geçmişe… Yaklaşık 70-80 yıl…”
“Biz o zamanlar hayatta değildik ki?”
“Püf noktası da bu işte, o dönemin insanları özür dilesin.”
“Şimdi de onlar hayatta değiller.”
“Bu da bizim sorunumuz değil.”
“Ama biz şimdi hem kusurluyuz hem de hayattayız.”
“Bunun bir önemi yok.”
“Niye?”
“Çünkü özür, antika eşya gibidir, yıllanmışsa değer taşır.”
“Ağzından çıkana inanıyor musun?”
“İnanmak istediğimde, her şeye inanırım.”
“Hay Allah, ne yapacağız şimdi? Özür dilemeyeceğimiz için özür dileyelim hiç olmazsa.”
“Kabul, ama şimdi değil.”
“Ne zaman?”
“Hele bir 50-60 yıl geçsin, bakarız.”
“İneceğimiz durağa çok var mı?”
“Var…”
“Ben biraz kestireyim o zaman…”
“Camdan yana yaslan, geçen sefer üzerime yıkılmıştın!”

Ali Sefünç

5 Aralık 2011 Pazartesi

Nafile Kanaat Diyaloğu


















“Keyfin nasıl?”
“Kanaatimden hallice…”
“Genellikle nerde yer içersin?”
“Kanaat Lokantası’nda…”
“İnsanları nasıl anlarsın?”
“Kanaat getirdiğim gibi…”
“Nasıl geçinirsin?”
“Kıt kanaat…”
“En çok hangi yemeği seversin?”
“Kanat ızgara…”
“Beynin stop edince ne yaparsın?”
“Düz kanaat…”
“O nasıl bir şey?”
“Düz kontak gibi…”
“En çok nereye gitmek istersin?”
“Kanaatimin götürdüğü yere…”
“Hangi notu seversin?”
“Kanaat notunu…”
“En çok kime inanırsın?”
“Kanaat önderime…”
“En sık hangi kelimeyi kullanırsın?”
“Kanaatimce…”
“Benden ne öğrenmek istersin?”
“Kanaatini…”
“Hangi konuda?”
“Rahatsızlığım hakkında…”
“Şikâyetin nedir?
“Korkuyorum…”
“Neden korkuyorsun?”
“Kanaatimi kaybetmekten…”

Ali Sefünç

id="wobsbn"> Web Analytics