Günlükleri ele geçirilen Prof. H. POKUS'un
Türkiye'de bir üniversitede kaçak çalışan Amerikalı bir akademisyen olduğu sanılıyor. |
Türklerin yatırım anlayışı şaşırtıcı… Zirvede patates var.
Politika da çok verimli bir alanmış… Araştırdım, politik yatırımın masrafı
çok, patates stoklamanın ki az… Yanlış partiye yatırım yapan kaybediyor
ama eldeki bütün patatesler kazandırıyor. Yatırım haberlerinin
çoğunu, apartman görevlimiz İ mdat’tan alıyorum. O, gerçekten crazy bir
yatırımcı. Aylar önce petrol fiyatları düştüğünde, bodruma bidonlarla benzin
stoğu yapmak için bana ortaklık önerdi.
“Benzin fiyatı her yerde düşerken, Türkiye’de yükselir,”
demişti. Haklıymış… Yangın çıkar diye benzine itiraz ettim, mazot
stoklamayı önerdi, çünkü zor yanarmış, inanmadım. Keşke inansaymışım, 5 dakika
sonra elinde yarım kova mazotla kapıma geldi, yanan sigarasını
mazotun içine attı, ben korkudan bayılmışım. Ayıldığımda, her tarafım
kolonya kokuyordu. İmdat, "Mazot, cıgara izmaritiyle yansaydı,
ayılmadan öbür dünyaya giderdin," diyerek beni teselli etti.
Türkiye, çok heyecan verici… Burada, isteyen herkes
yatırımcı olabiliyor. Benzin yatırımı, hayatımda kaçırdığım ilk büyük yatırım
fırsatıdır. Patatesi denemek isterim ama korkuyorum. Fiyatı, değerli maden
düzeyinde, ya birden düşerse! Bir ay önce karnabahar zirvedeydi, şimdi adı
geçmiyor. Burada o kadar çok fırsat var ki, insan hangisini seçeceğini
bilemiyor. Türklerin kalp krizi geçirme oranı yüksek. Kaçırılan bunca
fırsata kalp mi dayanır?
Bir insanın yatırım malı olacağına inanmazdım ama burada
mümkünmüş. Beni, yabancı profesörler zirvesine çağırdılar. Zirve, saraydaymış.
Gittim, sarayın içi takım elbise, bıyıklı insan doluydu. Yabancı profesör
arkadaşlarımı göremeyince, şaşırdım. Bir grup gazeteci ansızın çevremi
sardı. Kameralar çalışıyor, fotoğraflarım çekiliyordu. Az sonra bir mikrofon
uzatıldı, saray hakkındaki düşüncelerim soruldu. Tarihi bir saray olmadığı için
ne diyeceğimi bilemedim.
Medya çalışanları hakkımda yorumlar yapmaya başladılar. Çok
yakışıklıymışım, ben de reklam yüzü varmış. Bir televizyoncu, nerenin muhtarı
olduğumu sordu. Yabancı akademisyenler zirvesi için gelen bir profesör
olduğumu söyledim, somurttular. İçlerinden biri sevinçle bağırdı, “Seni muhtar
adayı yapalım hocam,” dedi. Ertesi günün ortak manşetini, hemen yanı başımda
belirlediler: “Yabancı profesör saraydan etkilendi, muhtar olmaya karar verdi,”
başlığını şaka sandım ama değilmiş. Gazetelerin ilk sayfasında aynı manşetle
yer aldım, utandım. Umarım Amerikan medyası bu haberi atlar.
Yabancı profesörler zirvesi ertesi günmüş. Oradan hemen
uzaklaşmak istedim, beceremedim. Toplantı bitmeden saraydan hiç kimse
ayrılamazmış. Güvenlikçiler koluma girdi, beni zorla toplantı salonuna
soktular. Muhtarları izlemekten, konuşmacının ne dediğini anlamadım. Ertesi
günkü yabancı profesörler toplantısına katılmadan İstanbul’a döndüm.
Beni kara listeye almışlar, bir politikacı telefon
etti, "Kaç paralık adamsın? Sana gününü gösteririz!" dedi. Burada her
insanın bir fiyatı olduğuna inanılıyor. Verecek cevap bulamadım. Başka ülkelerde yeni
iş aramaya başladım, internete ilan verdim. Başımdan geçenleri İmdat’a anlattım. O bana, “Sen bittin Mr. Pokus!” dedi. Ben artık
profesör değil, bir seçim yatırımı sayılırmışım. Mutlaka bir biçimde
kullanılırmışım. Bu felaketi fırsata çevirmek için fiyatımı belirlemem
şartmış. Hem de hiç geciktirmeden.