25 Ocak 2012 Çarşamba

Kaldırım Takıntısı

Ona göre kaldırımlar değeri bilinmesi gereken yerlerdi. Hayata tutunuşun, direnişin son zeminiydi. Fırsatların bir ortaya çıkıp gezindiği bir sırra kadem bastığı yerlerdi. Kaldırıma düşmekten daha kötüsü kaldırıma tutunamayıp aşağı düşmekti. Kaldırımların doğru tanınmadığından dem vurarak konuşmasını sürdürdü.

“İnsan tanımadıklarına daha kem bakar Serhat kardeşim… Bence sen de kaldırımları yeterince tanımadığın için hoşgörü göstermiyorsun. Onlar sana gel de kucağımıza düş demediler ki. Seni kimlerin ve nelerin oraya düşürdüğünü gayet iyi biliyorsundur. Belki de tek sorumlu sensin! Ben kaldırımlara baktığımda daha çok umudu görürüm...” 

Ali Sefünç ikinci kitabı Kaldırım Takıntısı'nda kaldırımları, kaldırımlara yansıyan hayatları mizahi bir dille anlatıyor.


23 Ocak 2012 Pazartesi

Asimetrik Seçenekler
























Yağlı güreş yerine,
twitter kapışması…
Sulu yemek yerine,
depresyon hapı dürüm…
Sakin kasaba yerine,
çılgın metropol...
Üçüncü tekil şahıs yerine,
birinci çoğul uyuzluk…
Kertikli gerçeklik yerine,
sapsanal âlem…
Keçiboynuzu yerine,
nöbetşekeri…
İnişli çıkışlı mutluluk yerine,
derin hukuk kederi…
Uçuk hayal yerine,
Tv’de son dakika haberi…
İsot yerine,
sodyum benzoatlı acı sos…
Uykusunda yürüyen yerine,
ayakta uyuyan…
Vicdan yerine,
boş cüzdan…
Meçhul asker yerine,
isimsiz ihbarcı…
Manda kaymağı yerine,
kremşanti…
Sorgulayan öğrenci yerine,
militan dekan…
Protesto mitingi yerine,
kız meselesi kavgası…
Yerli uçak yerine,
havada uçuşan hakaret…
İnsan hakkı yerine,
mübarek idareci haklılığı…
Vatansal kutlama yerine,
arabesk Disney gösterisi…
Anjin yerine,
Hürmüz Boğazı ağrısı…
Cazcı Kardeşler yerine,
Ciciş Kardeşler…

Ali Sefünç

12 Ocak 2012 Perşembe

Nafile Küskünlük Diyaloğu


















“Neden susuyorsun?”
“Küstüm.”
“Kim küstürdü seni?”
“Sen bilirsin kimin küstürdüğünü.”
“Nerden bileyim?”
“Bilirsin bilirsin, hele bir düşün.”
“Seni küstüren, yakın birisi mi?”
“Evet, çok yakın.”
“Ne kadar çok yakın?”
“Şimdi yanı başımda duruyor.”
“Yani beni mi kastediyorsun?”
“Bravo, nihayet anlayabildin.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, beni çok küstürdün.”
“Küsme nedenini öğrenebilir miyim?”
“Sen bilirsin neden küstüğümü.”
“Anlatmazsan, nerden bileyim?”
“Bilirsin bilirsin, hele bir düşün.”
“Yanlış bir şey mi yaptım? Yanlış bir şey mi söyledim?”
“Evet, aynen öyle, her ikisini birden yaptın.”
“Ne yaptım?”
“Aslında her zaman yaptığın bir şeyi yaptın.”
“Her zaman mı?”
“Her zaman…”
“Niye daha önceleri değil de şimdi küstün?”
“O zamanlar üzerime alınmıyordum, şimdi alınıyorum.”
“Tam olarak mesele nedir?”
“Söyleyemem.”
“Neden?”
“Savunmaya geçersin diye.”
“Savunulacak bir yanım yok mu yani?”
“Belki vardır.”
“Kendimi savunmak hakkım değil mi?”
“Hakkındır herhalde.”
“Öyleyse anlat derdini, konuşalım, tartışalım, doğruyu bulalım…”
“Tartışmak istemiyorum.”
“Niye?”
“Çekiniyorum.”
“Neden çekiniyorsun?”
“Haklı çıkmandan…”
“Haklı çıkarsam ne olur?”
“Ben haksız duruma düşmüş olurum.”
“Belki aramızda bir yanlış anlaşılma vardır. Belki ikimiz de haksız değilizdir.”
“Pes doğrusu, şimdi de beni yanlış anlamakla mı suçluyorsun? Ne kadar küstürücü bir insansın sen.”
“Her insan yanlış anlayabilir. Öyle değil mi?”
“Ben asla yanlış anlamam…”
“Nasıl çözeceğiz bu sorunu?”
“Benim yapacağım bir şey yok, sorumluluk sana düşüyor?”
“Nasıl bir sorumluluk?”
“Kendini düzeltme sorumluluğu tabii ki…”
“Haydaaa… Niçin böyle, neden yalnızca ben?”
“Çünkü tek suçlu olan sensin. Çok suçlusun, hem de çoook. Yerinde olmak istemezdim valla…”

Ali Sefünç

id="wobsbn"> Web Analytics