7 Aralık 2009 Pazartesi
Kasıt Trafiğinde Aşk
Anlayamayan Adam kasıt arama özgürlüğünün peşine düşmüştü, özgürlükten kastının ne olduğunu tam anlayamasa da. Kasıt içeren yaygın sözleri hatırlamaya çalıştı. Onların en beylik olanı, “Bunda kasıt aramayın!” uyarısıydı. “Kasıt” kavramı öylesine hamileydi ki, sayısız soru doğurmuştu kafasında.
Kastı aranan kimdi? Kim, kasıt arıyordu? Aranan kasıt, hemen bulunur muydu? Kastını aratmak istemeyenlerin, kusurlarını örtmeye çalıştığını düşünmek, bir önkasıt mıydı?
Anlayamayan Adam bu düşüncelere daldığında arabasıyla yoldaydı, dikkati dağıldı ansızın. Emniyet şeridi yok edilmiş yol, yatağından çıkarılmış dereden farksızdı. Birbirini keserek ekose desen oluşturmuş yol çizgilerinin içinden, kaza yaptırmayacak olanını bulmaya çalışıyordu. Yönü değişen eski yolun çizgileri, hangi kasıtla silinmemişti?
Kesilip de postalanamayan trafik cezaları da gelmişti aklına. Devlet pul parası bulamıyordu çünkü. Birikmiş cezaların varlığı yalnızca arabanın satış işleminde ortaya çıkardı. Piyangoya benzer ceza sistemini, tescil ettirmiş miydik? Ettirmemişsek, bürokratik dehamızı simgeleyen bu sistemi de tıpkı baklava ve telveli kahve gibi Yunanlılara mı kaptıracaktık?
İlk kar yağışında tek şeride düşecek yollar, kışın iç çamaşırı giymeyişiyle böbürlenen belediye liderini hatırlatmıştı. Soğuğa çok dayanıklıydı galiba. Direnç artırıcı ilaç ve vitamin kullandığı düşünülebilirdi. Gelecek günlerin en belirleyici kavramı, “direnç” olacaktı kesinlikle. Alkol yasağına kolay geçiş yapabilmek kastıyla üzerine abanılan sigara yasağı, tiryakilerin vücut direncini giderek artıracaktı muhtemelen. Hem de vitaminsiz, takviyesiz... Çünkü sigara tutsakları yağış, soğuk demeden açık hava kafe ve restoranlarında kafa çekip, tıkınıyorlardı artık.
Tabii ki bir kısmı ilk birkaç ay içinde telef olurdu. Ancak sert doğa koşullarında yaşamak, elbette onları cemaat ve salon insanlarından daha dirençli kılacaktı. Doğalgaz faturaları da azalırdı... Sigaraya rağmen ömürleri uzar, gribin her çeşidinin tekerine, aşı olmadan çomak sokarlardı...
Kaldırım kültürüne meyledip serserileşmeleri bile söz konusuydu. Onların kışları iç çamaşırsız geçirmeye özenip özenmeyeceğini de sorguladı. Özenemezlerdi herhalde çünkü yüksek ayaklı ısıtıcılar nedeniyle insanlar doğalarına aykırı biçimde ısıtılıyorlardı artık. Yani başlarını serin, ayaklarını sıcak tutma şansları yoktu. Politik süreç bundan nasıl etkilenirdi, laik düzenin de aynı paralelde direnç kazanması mümkün müydü?
Kafadan ısınmanın beyinde yaratacağı fırınlanma etkisi, acilen araştırılmalıydı. Ayağını üşütenlerin yumurta ve sperm sayılarında azalma riski, hayli yüksekti. İç çamaşırının önemi işte burada ortaya çıkıyordu. Üstü açık mekânları yerden ısıtma cinliğini kim, ne zaman akıl edecekti? Lüks işletmeler, üşüyenlere şal yerine yün çorap mı vermeliydi? Basuru olanlar için ısıtmalı sandalye seçeneği, hiç yabana atılmamalıydı aslında.
Anlayamayan Adam ekose şeritli yolu, bariyerlere toslamadan atlatınca rahatladı. Kasıtsal tipler gözünde canlanıverdi birdenbire. Kastını aratmak istemeyenler, kamusal ve parasal alanda erk, söz veya düdük sahibi kişilerdi genellikle. Kasıt arayanlar ise, muhalif gazeteciler, hak arama takıntılı bireyler ve futbol seyircileriyle sınırlıydı özellikle.
Çirkin politikadan umut kesilmezdi. Her yeni gün, kasıt arayanları hizaya getirecek mucizevi yeni bir yöntem bulunmaktaydı. Birkaç subayın orduyla ilişiğinin kesilmesi kasıtlı bulunuyordu ancak onlarca müdürün Ankara bürokrasisiyle ilişiğinin kesilmesinde kasıt aratılmıyordu. Boş bir odada işsiz oturma cezası verilmişti onlara. Çaktırmadan masa, sandalye kapmaca oynuyor olabilirlerdi. Odaları 12 metrekareden küçük müydü?
Siyasetçilerin huzur bozuculuğundan dem vuran köşe yazarı, kastını aratmayanların kasıt aramasına yol açmıştı, yine aynı kasıt dilimi içinde. Çoğu sivil toplum örgütü, üyelerinin hakkını korumayı çoktandır terk etmişti. Galiba onların liderleri, yükselme kasıtlarının sarmalındaydılar artık. Önümüzdeki beş yıllık planda, sivil toplama örgütleri daha mı revaçta olacaktı? Anlayamayan Adam’ın soğuk beyninde, sürekli sorular peydahlanıyordu. Bir ara duraksadı, kastını aşıp aşmadığını anlamak için yorumlarını okkaladı.
Salih amellerde kasıt aramak mubahtı da, bariz hatalarda kasıt aramak neden mekruhtu? Öyleyse kasıtlar tasnif edilmek, izne mi bağlanmak isteniyordu? Kasıt aşan sözlere bakılırsa, her kastın bir limiti mi vardı? Kasıt borsası kurulacak mıydı peki?
Hayat pratiğinden çıkan sonuç apaçıktı: Erk sahibi olmayanlar üzülmek istemiyorlarsa, kasıtlarına hâkim olmalıydılar. Kasıt hâkimiyeti, nefis hâkimiyetine benzetebilirdi belki.
Anlayamayan Adam’ın dikkati yine dağılmıştı. Trafiğin sıkışmasıyla birlikte fark ettiği Sovyet mimarisini çağrıştıran binanın, Avrupa’nın en büyük adliye sarayı olarak inşa edildiğini okudu tabeladan. Dünyanın en büyük adliye sarayının da eşzamanlı olarak İstanbul’da inşa edilmesinin kastı ne olabilirdi? O adliye sarayına neden Avrupa’nın en büyüğü unvanı da taşıtılmıyordu? Unvansız adliye sarayı bırakmamak için mi?
Saray tipi binaların çoğalması, kıyamet alameti sayılır mıydı? Yok, öyle değil de, maksat her şeyin en büyüğünü yaparak büyük görünmekse, aynı kasıtla dünyanın en büyük sal marinasının ve at arabası terminalinin de bizde olması gerekmez miydi? Belki de belli davaları uzatma doymazlığının sınırsızlığı kastediliyordu bu yatırımlarla. Anlayamayan Adam’ın aklını karıştıran kasıtların sınırı yoktu. Dinleme skandalına odaklanan mahkemelere istihbaratçıların nezaket ziyaretinde bulunmasında da kasıt aranabilecek miydi?
Hükmedenleri eleştirmek, kasıtların en ayıplananıydı. Sivil toplum fıtık olmuştu galiba. Kasık bağı, fıtık tedavisi için icat olunmuştu fi tarihinde. Şimdi sıra, kasıt bağının icadında mıydı? Eğer icat olunursa, kullanım yeri neremizdi?
Trafik sıkışıklığı Anlayamayan Adam’ın o bölgede sürüp giden hayatı daha yakından izlemesine neden olmuştu. Aynı zamanda güzel ve alımlı kadınları da… Soğuğa rağmen bir restoranın açık kısmında oturan kadına takıldı gözleri. Üstüne kısa kollu tişört, altına kayak pantolonu giymiş afetin kol ve omuz dekoltesinden çok etkilendi. O atletik kadın, tepeden ısınmanın sakıncalarına karşı çare bulmuştu sanki. Duruşu ve gülümsemesi ne kadar da hoştu...
Hayatı boyunca aşk kastıyla ilişki kuruduğu kadınları anımsadı gayri ihtiyarı... Bekârlıktan vazgeçemiyordu. “Evlilik aşkı öldürür” savında hep bir kasıt aranmıştı. Âşık olduğu kadınlar tarafından, onların kastına ters düşen sözler sarf ettiği için terk edilmişti. Cinsler arası kasıt farklılıkları mı aranan aşkı bulunamaz kılıyordu? Belki de, kasıt aranan hiçbir duygusal ilişki aşk değildi, sadece benzetiliyordu. Kasıtlı ilişkiler azaldıkça, gerçek aşkı bulanların sayısı artar mıydı acaba?
Adına aşk denen aşırılık üzerine başka düşünceler de geliştirecekti ancak fırsat bulamadı. Çünkü trafik açılmıştı. Kasıtlı tavırlarla aşk arasında bağıntı kurmayı bir başka anlayamama krizine erteledi. Altı kayak pantolonlu, üstü tişörtlü kadın aklından çıkmıyordu. Aniden fikir değiştirdi, arabasını en yakın otoparka bıraktı, koşar adımlarla o kafenin yolunu tuttu. Aşkı düşünmektense, titreme pahasına aşkı yaşamayı denemeliydi. Şimdi, “Aşkta kasıt aranmamalı!” sözü dolaşıyordu, bir süre sonra ısınacak beyninin içinde...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
id="wobsbn"> Web Analytics
!>!>
2 yorum:
yaşım genç sovyet mimarisi bilmiyorum ama kötü galiba.
Kafam kasitli bir sekilde karisti..:):)Kafadan isitilmanin beyinde yaratacagi firinlanma etkisi?...Kasit bagi icat edilirse kullanilacagi yer?..(kasik bagi ile karistirmamak lazim....)Yaziya baslik olan hanimin atletik yapisina ve dekolteye hayran oldum:):)Anlamayan adam yerden göge kadar hakli ``aski düsünmektense titreme pahasina yasamak lazim `` Bunda bir kasit yok bence :):) Yakisir
Yorum Gönder