16 Aralık 2012 Pazar

Manşetli Hayat



On gerçekdışı iyi haber…
Bir gerçek kötü uygulama…
Doktora şiddet…
Partizana okşama…
Muhalife baskın…
Holigana özgürlük…
Sepeti oynak enflasyon…
Büyük gözaltı dalgası…
Ürkütücü uyarı…
Sert yanıt…
Sahte kanıt…
Çılgın iddia…
Büyük kayıp…
Zincirleme kaza…
Kanlı hesaplaşma…
Kamu vicdanı…
İyi hal indirimi…
Şok haber…
Can pazarı…
Müthiş silah…
Hedefteki kişi…
Hükümet ayarı…
Kart zampara…
Taptaze zam…
Hukuk ayıbı…
Kuvvetli yağış…
Çökük alt yapı…
İntibak şoku
Komşudan tehdit…
Öteki komşudan da tehdit...
Beriki komşudan da tehdit...
Olaylı yemek…
Çıldırtan kıskançlık…
Miras çatlağı…
Çatlak kremi...
Beklenmedik ölüm…
Beklendik baskı…
Kâhinli ekonomi…
Tahinli helva…
İçerden saldırı…
Dışarıdan yönetim…
Şeytani plan…
Derin uyku…
Helal rüya…
Düşük banket…
Hayatımız manşet…

4 Aralık 2012 Salı

Yokluk Vergisi






















Anlayamayan Adam, sabit gelirle değişken giderler arasındaki tecavüzkâr ilişkiyi sorguluyordu… Hayat, yoklukla varlık arasında mekik dokuyan bir süreçti galiba… Yoklukla yokluk arasında mı yoksa? Varlıkla varlık arasında süremezdi çünkü canlılar faniydi…

Ekonomik kriz, kutuplarına varıncaya dek dünyayı sarmıştı, küresel kölelerin yoklukla sınandığı apaçıktı… Hayat denen Allah vergisi sürecin içinde yer alan devlet vergileri kabardıkça kabarıyordu… Kazançlar kırpılırken, kayıplar biteviye katlanmış, vahşi hayvanların nesli tükenirken, vahşi vergilerin nesli patlayıvermişti…

Vergilere takılan isimler, her dönemde kafa karıştıran cinstendi... Örneğin, Özel Tüketim Vergisi, en genel ve en temel tüketime uygulanıyordu… Deprem Vergisi’nin yol yapımı için toplandığı ise o paralar suyunu çekince itiraf edilmişti… Deprem Vergisi’nin kanunda geçen adı da, Özel İletişim Vergisi’ydi aslında… Kafası isimlerle karıştırılan, aklı başından hitabetle alınan insanların paracıkları ceplerinden kolayca aşırılıyordu besbelli…

Siyaset tarihimize damga vuran iktidarlar, çoğunlukla bel bağladıkları vergi tipleriyle anılmıştır… Katma Değer Vergisi, Özal döneminin simgesiydi… Bir de İnönü’yle özdeşleşmiş Varlık Vergisi vardı… Şimdilerde ise “Yokluk Vergisi” başı çekiyordu… Gerçi yazılı metinlerde “Yokluk Vergisi” adı hiç geçmiyordu ancak yokluk yaratan bu verginin varlığını inkâr eden ya çarpılırdı ya da cehennemde yanardı… Peki, Yokluk Vergisi vardı da, neden fark edilmiyordu? Devlet tiyatrolarında, “Dolaylı Vergi” adıyla sahne aldığı için mi bu böyleydi? Sanki öyleydi… Fark edilemediği için de unutulmazlar listesinden şimdilik muaftı...

Dolaylı Vergi, neyin veya kimin dolaylısıydı? Ne ölçüde dolaylıydı? Ölçüsüz biçilen verginin adı dolaylıydı da, yarattığı yokluk neden dolaysızdı? Anlayamayan Adam, eline kalemi aldı, Yokluk Vergisi’ni yakından tanınmasını sağlayacak özellikleri sıralamaya koyuldu:

Yokluk Vergisi, gözleri kamaşmasın diye gelire bakmıyordu…
Gelgelelim o hain, hayatında mükellef sofra görmemiş mükellefi her pozisyonda tanıyordu…
Dolaylı adına aldananlar, kurbanlık vatandaşa ve dolayısıyla oydaşa dönüşüyordu…
Yokluk Vergisi alınırken, yoksulun uykuda yakalanması esastı…
Gerçi yoksulun da uyanmaya pek niyeti yoktu…

Yokluk Vergisi, bindirilmiş vergiler, tükürüksüz damga pulları ve yağlanmış harç kazıkları bütünüydü...
Kamuflajlıydı, makyajlıydı ama renksiz ve kokusuzdu…
Vergi verme zenginliği gibi tuhaf bir zenginlik anlayışının işareti sayıldığı için ezici çoğunluk tarafından hoş karşılanıyordu...
“Kazançtan alamıyorsan, harcamadan vergi al” düsturuyla başlayıp, kısa sürede, “Elde avuçtakinin hepsini al” düsturuna göz dikmişti...
Bir başka bakış açısıyla Yokluk Vergisi’ne, Vergi Vergisi de denebilirdi…
Çok eskinin “Varlık Vergisi” maşallah çok biliniyordu fakat şimdinin “Yokluk Vergisi” neredeyse hiç bilinmiyordu… Peki, neden? Adı doğru konmadığı içindi muhtemelen…
Zamlara da “Güncelleme” deniyordu ya artık… Güncelleme yönteminin maaşlara değil, sadece vergilere uygulanması belki de bir tesadüftü…

Yokluk Vergisi, toplumda felsefi etkilerini de göstermiş, varoluşçuluğun yerini yokoluşçuluk felsefesi almıştı…
Üstelik bu vicdansız vergi don lastiği kadar esnek, hayalet uçak kadar görünmez, banyoda yere düşmüş sabun kadar kaygandı…
Yokluk vergisi, diyetisyenliğe özenen bürokratlar tarafından tasarımlanan, aç karna tokluk hissi yaratan, tarifsiz elemleri bayram sevinci efektiyle yaşatan başı örtülü bir vergiydi sanki…
Örtülü beyinler arttıkça yaygınlaşan, normalleşen anormal bir vergi…
Hükümetin oyuncağı olmuş devletin, kurbanlık vatandaşından para kaçırmasına yarayan bir vergi türü…

5 Kasım 2012 Pazartesi

Bezdirme Hukuku


















Dünyanın en etkin hukuk türlerinden biridir…
Doğurgan bir bezdiriciliğe sahiptir…
Darbecilerin favorisidir…
Kimi zaman askerin, kimi zaman da sivilin elindedir…
Başlıca amacı, hak aramaya yelteneni anında bezdirmektir…
Yazılı değildir ancak maddeleri asla unutulmaz, eksilmez…
Varlığını sürdürmesi, bezdirici insanlar kadar, bezginlik arayanlara da bağlıdır…
Yıkıcı yaratıcılığa açıktır…
Ötekileştirdiğini hedefe oturtmak, vazgeçilmez ilkelerindendir...
Genetik şifreye işleme hızı süpersoniktir…
Güvenilir hukuk sistemlerini, güvenilmez hukukçuyla aşar…
Yuvarlak sözlerle ifade edilir ancak sonuçları keskindir…
Hukukun hülleyle harmanlandığı toplumlarda köklenir…
Eğitim almayı gerektirmez, art niyete bağlı öğrenilebilir…
Tarihin bütün hukuk anlayışlarından baskındır, Roma Hukuku bile onun yanında tutunamaz…
Anlatıldığında değil de, başa geldiğinde tam anlaşılır…
Töreye, aşirete sımsıkı bağlıdır…
Bezdirme Hukuku’nun yöntemlerinden bazıları şöyle sıralanabilir:
Adaletten zaman aşırmak…
Delilleri zayıf bırakmak, karartmak…
İstenmeyen dosyaları arşivde ıslatmak, fareye yedirmek, kuş gibi kanatlandırıp uçurmak…
Bazen sanığın, bazen tanığın adresini şaşırmak…
Benzinsizlikten mahkemeye sanık nakledememek…
Göze batanı gözden çıkarmak…
Davaları Anadolu turnesine çıkarmak…
İşlenmemiş suçları işlenmiş saymak…
Bezdirenin ayıbını her daim görmezden gelmek…
Kararsızlığı pekiştirmek için alâkasız davaları birleştirmek…
Sabır taşırmak…
Özel hayatı internette genelleştirmek…
Çözüm yollarını, çıkmaz sokağa döndürmek…
Gerçeği eğip bükmek…
Toptan yapılan haksızlıkları, tek tek açılan davalarla ortadan kaldırmak…
İzinsiz dinleme girdabı yaratmak…
Çuvallayınca susmak, sinmek, gündem değiştirmek…
Örgütlü suçu seçmeli hale getirmek…
Resmi bezdiricileri terfi ettirmek, parlamentoya sokmak …
Dava dosyalarını balon gibi şişirmek…
Tepki verecek kamuoyu unsurlarını birbirine düşürmek…
Kasıtlı yanlışlıkları “sehven” adıyla anmak…
Hak arayanları tenis topuna çevirmek…
Dokunulmazlıklar sayesinde kutsal suçlular yaratmak…
Muhalife dokunmadan edememek…
Vicdan sahiplerini suçlamaya boğmak…
Bir bezgini diğerine kırdırmak…
Apaçık suçlulardan gizli tanıklar yaratmak…
İnsan haklarını her fırsatta gagalamak…
Yargılamayı ağırdan almak…
İnfazı aceleye getirmek…
Yeni defterler okunmasın diye eski defterleri karıştırmak, sonuçsuz davalar açmak…
Tele böcek beslemek…
Gözü açık, terazisiz adalet heykeli tasarlamak…
Korkulu bakış modası yaratmak...
Ve akla gelmedik birçok uygulama için kafa yormak…
İşte Bezdirme Hukuku kabaca böyle bir şeydir ama şükürler olsun ki Türkiye’de hiçbir dönem uygulanmamıştır…

Ali Sefünç

4 Ekim 2012 Perşembe

Sevici Çeşitleri

















Sevici…
Ölü sevici…
Zam sevici…
Gam sevici…
Koyun sevici…
Çoban sevici…
Barzani sevici…
Takla sevici…
Sertlik sevici…
Vergi sevici…
Savaş sevici…
Mülteci sevici…
Hatip sevici…
Karizma sevici…
Arap sevici…
Obama sevici…
Yıkım sevici…
Travma sevici…
Yalaka sevici…
Yalan sevici…
Hırsız sevici…
Önüne ne konursa, onu sevici…

12 Nisan 2012 Perşembe

Nafile Performans Diyaloğu



















“Doktor Bey, neyim var?”
“Çok şeyin var…”
“Ama yalnızca midem ağrıyor…”
“Fıtığının ağrısı midene vurduğu için öyle…”
“Hadi ya…”
“Aslında senin derdin fıtık… Belki prostat da olabilir…”
“Midem iyi mi yani?…”
“Hayır, o zaten kötü…”
“İlaçla tedavi işe yarar mı?”
“Yaramaz…”
“Neden?”
“Puan getirmez çünkü…”
“Ne puanı?”
“Performans puanı…”
“Şimdi hem fıtık hem de mide ameliyatı mı olacağım?”
“Evet…”
“Sizce bünyem iki ameliyatı kaldırır mı?”
“Değil iki, beş ameliyatı bile kaldırır?”
“Beş ameliyat mı?”
“Mideyi 2, fıtığı 3 ameliyatta halledeceğiz…”
“Ya bünyem zorlanırsa?”
“O zaman yoğun bakıma alırız, puanı fena sayılmaz…”
“Ya ölürsem…”
“Takdir-i ilahi, ondan da puan alırız…”
"Benden az puan alsan, olmaz mı?"
"Olmaz, diğer doktorlardan geri kalırım..."
"Böyle sistem olur mu?"
"Oy verdin, oldu..."
“İzninizle ben gideyim…”
“Nereye?”
“Yakınlarımla helalleşmeye…”
“Geri geleceksin, değil mi?”
“Gelirim…”
“Yemin et.”
“Yemin etmem, sözüm söz…”
“Daha önce söz verenlerin hiçbiri geri gelmedi…”
“İşleri çıkmıştır…”
“Siz hastalar hep böylesiniz, yaralı parmağa işemezsiniz, canınız pek tatlıdır… Ulan ne olurdu yani birkaç fazla ameliyata girsen de performans puanımı yükseltsen… İyi para kazanmak, başarılı olmak benim de hakkım… Bak, başka doktora ameliyat olursan valla hakkımı helal etmem!”

25 Ocak 2012 Çarşamba

Kaldırım Takıntısı

Ona göre kaldırımlar değeri bilinmesi gereken yerlerdi. Hayata tutunuşun, direnişin son zeminiydi. Fırsatların bir ortaya çıkıp gezindiği bir sırra kadem bastığı yerlerdi. Kaldırıma düşmekten daha kötüsü kaldırıma tutunamayıp aşağı düşmekti. Kaldırımların doğru tanınmadığından dem vurarak konuşmasını sürdürdü.

“İnsan tanımadıklarına daha kem bakar Serhat kardeşim… Bence sen de kaldırımları yeterince tanımadığın için hoşgörü göstermiyorsun. Onlar sana gel de kucağımıza düş demediler ki. Seni kimlerin ve nelerin oraya düşürdüğünü gayet iyi biliyorsundur. Belki de tek sorumlu sensin! Ben kaldırımlara baktığımda daha çok umudu görürüm...” 

Ali Sefünç ikinci kitabı Kaldırım Takıntısı'nda kaldırımları, kaldırımlara yansıyan hayatları mizahi bir dille anlatıyor.


23 Ocak 2012 Pazartesi

Asimetrik Seçenekler
























Yağlı güreş yerine,
twitter kapışması…
Sulu yemek yerine,
depresyon hapı dürüm…
Sakin kasaba yerine,
çılgın metropol...
Üçüncü tekil şahıs yerine,
birinci çoğul uyuzluk…
Kertikli gerçeklik yerine,
sapsanal âlem…
Keçiboynuzu yerine,
nöbetşekeri…
İnişli çıkışlı mutluluk yerine,
derin hukuk kederi…
Uçuk hayal yerine,
Tv’de son dakika haberi…
İsot yerine,
sodyum benzoatlı acı sos…
Uykusunda yürüyen yerine,
ayakta uyuyan…
Vicdan yerine,
boş cüzdan…
Meçhul asker yerine,
isimsiz ihbarcı…
Manda kaymağı yerine,
kremşanti…
Sorgulayan öğrenci yerine,
militan dekan…
Protesto mitingi yerine,
kız meselesi kavgası…
Yerli uçak yerine,
havada uçuşan hakaret…
İnsan hakkı yerine,
mübarek idareci haklılığı…
Vatansal kutlama yerine,
arabesk Disney gösterisi…
Anjin yerine,
Hürmüz Boğazı ağrısı…
Cazcı Kardeşler yerine,
Ciciş Kardeşler…

Ali Sefünç

12 Ocak 2012 Perşembe

Nafile Küskünlük Diyaloğu


















“Neden susuyorsun?”
“Küstüm.”
“Kim küstürdü seni?”
“Sen bilirsin kimin küstürdüğünü.”
“Nerden bileyim?”
“Bilirsin bilirsin, hele bir düşün.”
“Seni küstüren, yakın birisi mi?”
“Evet, çok yakın.”
“Ne kadar çok yakın?”
“Şimdi yanı başımda duruyor.”
“Yani beni mi kastediyorsun?”
“Bravo, nihayet anlayabildin.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, beni çok küstürdün.”
“Küsme nedenini öğrenebilir miyim?”
“Sen bilirsin neden küstüğümü.”
“Anlatmazsan, nerden bileyim?”
“Bilirsin bilirsin, hele bir düşün.”
“Yanlış bir şey mi yaptım? Yanlış bir şey mi söyledim?”
“Evet, aynen öyle, her ikisini birden yaptın.”
“Ne yaptım?”
“Aslında her zaman yaptığın bir şeyi yaptın.”
“Her zaman mı?”
“Her zaman…”
“Niye daha önceleri değil de şimdi küstün?”
“O zamanlar üzerime alınmıyordum, şimdi alınıyorum.”
“Tam olarak mesele nedir?”
“Söyleyemem.”
“Neden?”
“Savunmaya geçersin diye.”
“Savunulacak bir yanım yok mu yani?”
“Belki vardır.”
“Kendimi savunmak hakkım değil mi?”
“Hakkındır herhalde.”
“Öyleyse anlat derdini, konuşalım, tartışalım, doğruyu bulalım…”
“Tartışmak istemiyorum.”
“Niye?”
“Çekiniyorum.”
“Neden çekiniyorsun?”
“Haklı çıkmandan…”
“Haklı çıkarsam ne olur?”
“Ben haksız duruma düşmüş olurum.”
“Belki aramızda bir yanlış anlaşılma vardır. Belki ikimiz de haksız değilizdir.”
“Pes doğrusu, şimdi de beni yanlış anlamakla mı suçluyorsun? Ne kadar küstürücü bir insansın sen.”
“Her insan yanlış anlayabilir. Öyle değil mi?”
“Ben asla yanlış anlamam…”
“Nasıl çözeceğiz bu sorunu?”
“Benim yapacağım bir şey yok, sorumluluk sana düşüyor?”
“Nasıl bir sorumluluk?”
“Kendini düzeltme sorumluluğu tabii ki…”
“Haydaaa… Niçin böyle, neden yalnızca ben?”
“Çünkü tek suçlu olan sensin. Çok suçlusun, hem de çoook. Yerinde olmak istemezdim valla…”

Ali Sefünç

id="wobsbn"> Web Analytics