19 Mart 2015 Perşembe

Prof. H. Pokus'un Günlüğü - 10: Lahmacun

Günlükleri ele geçirilen Prof. H. POKUS'un
Türkiye'de bir üniversitede kaçak çalışan Amerikalı 
bir akademisyen olduğu sanılıyor.
Geçen hafta bir akşam üniversitedeyken karnım acıktı, dışarıdan lahmacun istedim. Çok lezzetliydi. İki saat sonra midem bulandı, ateşim çıktı. Kuzey Kutbu'nda iç çamaşırıyla dolaşıyormuş gibi titremeye başladım. Bu ilk değil, Hint kültürünü tanımak için Ganj Nehri'ne girdiğim gün bir yudum su yutmuştum, aynısı olmuştu.

Türk akademisyen arkadaşım kuzu şiş yemişti, o iyiydi. Bir özel hastaneye gideceğimi söyledim. “Yalnız mı gideceksin?” diye sordu, “Evet,” dedim, itiraz etti. Türkiye'de acil servise yalnız başına gidilmezmiş. Hemen yola çıktık. Arkadaşım, hastanedeki bütün konuşmaları kendisinin yapacağını söyledi. Nedenini anlamadım ama sorgulayacak halim yoktu, kabullendim.

Beş dakikada hastaneye vardık. Arkadaşım, “Baygınmış gibi bekle, koltuğundan kıpırdama,” diyerek arabadan çıktı, acil servise daldı. Az sonra sedyeyle birlikte üç kişi geldi. Sağlık görevlileri çok cılızdı, beni arabadan çıkartamadılar. Onları küçümseyen iri güvenlikçi, kucakladığı gibi beni arabadan aldı, koşarak acil servise taşıdı. Kırık çıkığım olsaydı, kesinlikle sakat kalırdım. “Bu adam gavur ölüsü gibi ağırmış,” derken, belini tutuyordu. Son zamanlarda kilo aldığımı biliyorum. En az 5 kilo…

Yatağa yatırıldım. Tansiyonum ve ateşim ölçüldü, kalp atışlarım sayıldı. Eşofmanıyla görev yapan doktor az sonra başımdaydı. Kan tahlili isterken bana döndü, rahatsızlığımın nedenini sordu. Tam konuşacaktım, arkadaşım ağzımı kapadı, “Ölümcül bir gıda zehirlenmesi,” diye cevapladı. Sonradan öğrendim, hastanede önemsenmek için hastalığı abartmak lazımmış. Doktor, ne yediğimi sordu. “Lahmacun ve yeşillik,” dedim, yüzünü ekşitti, kafasını iki yana salladı. Zehirlenmeden değilse de, o an kalp krizinden ölebilirdim. Bu halimi gören arkadaşım göz kırptı, rahatladım.

Hastanenin nöbetçi idari sorumlusu yanımıza geldi. Kimliğimi istedi, pasaportumu verdim. Sigorta durumumu sordu, arkadaşım yine ağzımı kapadı, cevap veremedim. Ben aslında üniversitede bir Türk profesörün yerine ders veriyorum. Yani sigortasız çalıştırılıyorum. Tabii ki özel sigortam var, bunu o sorumluya söylemek istedim ama başaramadım. Arkadaşım sözümü kesti, “Keşke özel sigortası olsaydı ama ne yazık ki yok, bu iş bize kaça patlar?” dedi. Ben acılar içinde kıvranırken, sıkı bir pazarlık başladı. İstenen paranın üçte birine inildiğinde, el sıkıştılar. Nihayet ilaçlı serum bağlandı.

Bir buçuk saat kadar böyle yatacaktım. Serum yaradı, iyileşmeye başladım. Yanı başımda oturan arkadaşıma, “Özel sigortam var neden yalan söyledin?” diye sordum. Kulağıma eğildi, “Söyleseydim de, seni ameliyata mı alsalardı?” dedi. O zaman beni kimse kurtaramazmış, yoğun bakıma kadar gidermişim. Sağ kurtulsam bile gelecek sene sağlık sigortası için en az üç kat prim ödermişim.

Öğrendiklerim şaşırtıcıydı. Pazarlık yapmayan sigortasızlar, bazen bir araba, bazen de bir ev parası kadar bedel ödüyormuş. İyileşenleri hastanede gösteren, devletten veya sigorta şirketlerinden para alan hastaneler varmış. Birisi 10 gün sonra kontrol için hastaneye gitmiş, “Siz zaten hastanemizde yatıyorsunuz, saçmalamayın!” demişler. Bu ülkenin sağlık sistemini, yediğim acılı lahmacuna benzettim, öğrendiğim kadarıyla.

Bir ara acil servise bir yaralı getirdiler. Ona eşlik eden 15-20 kişi vardı. Kafasına taşla vurmuşlar. Hasta yakınlarıyla yönetici arasında tartışma çıktı. Yaralı adam, sigortalı çalışan bir işçiymiş, acil serviste hiç para ödememesi gerekiyormuş. Yönetici, durumun acil olmadığını iddia ediyordu. Anladım ki, ölmek üzere olmayan hiçbir kişi Türkiye’de acil hasta sayılmıyor. Kavga çıktı, hasta yakınları çok ikna ediciydi, işçinin ücretsiz tedavi edilmesini sağladılar, ortalık sakinleşti. Bir de, Sağlık Bakanlığı'na şikâyet etme tehdidi işe yararmış.

Doktor, ilginç bir kişiliğe sahipti. Uygulayacağı tedavi için uzun süre kendisiyle tartıştı. Önce bir karar veriyor, sonra vazgeçiyordu. Kan tahlilleri henüz çıkmamıştı, arkadaşımla konuşmaya başladılar. Lahmacun zehirlenmesi artık çok yaygınmış, tipime bakarak, amipli dizanteri tedavisi uygulamaya karar verdi. “Gıda terörü kol geziyor,” derken, kızgın gibiydi. O an ben de Amerikan Büyükelçiliği'ne kızdım. Biz Amerikan vatandaşlarını bu terör hakkında bilgilendirmiyorlar.

Gıda sektöründe çalışanlar eskiden üç ayda bir portör muayenesinden geçirilirmiş ama bu kaldırılmış. Hastalık taşıyanlar, restoranlarda rahatça çalışabiliyormuş. Portör muayenesinin yerini eğitim almış. Eğitim, bulaşıcı bir hastalığın taşınmasını nasıl önler? Doktora bunu sordum. Güldü, birileri için yeni işler uydurulduğunu söyledi. Ben yine bir şey anlamadım.

Serum bitti, ilaçlarım yazıldı. Doktorla vedalaşırken, ne zaman kontrole gelmem gerektiğini sordum, “İstersen 3 gün sonra gel ama beni bulamayabilirsin!” diye cevapladı. Özel hastaneler; dürüst davranan, kazançlarını arttırmayan doktorları uzun süre çalıştırmıyormuş.

Arkadaşım dönüş yolunda çok şey anlattı. Şehir içinde yaşayanların sayısı artarken, devlet hastanelerinin şehir dışına taşınması planlanıyormuş. Özel sektörün yaşaması için bu çok gerekliymiş. Türkiye’deki doktorlar, hastalar kadar mutsuzmuş. Hastaneden korkmayan tek bir bilinçli Türk kalmamış. Deneyimli hastalar, az zarar görüyormuş. Artık ben de hastanelerden bir Türk gibi korkuyorum. Ama neyseki deneyimliyim.

Başımdan geçenleri apartman görevlimiz İmdat’a anlattım. Kahkahalarla güldü, "Artık sen de bizdensin," dedi. Yorumları beni yine şaşırttı. İyi ki zehirlenmişim, lahmacun sayesinde bağışıklık sistemim güçlenmiş. O hep lahmacun yermiş, hiçbir şey olmazmış... Birileri ısmarladığı zaman iyi restoranlara gidermiş. O tip yerlerin yemeklerini yiyince, cırcır oluyormuş. Cırcır olmak nedir bilmezdim. İmdat öğretti, ishal olmakmış.

Tedavi gördüğüm hastane telefon numaramı almıştı, sürekli mesaj yolluyorlar. Erkek memesi küçültme ve yağ aldırma ameliyatlarında %50, kıl dönmesi ve hemoroid ameliyatlarında %25 indirim varmış. Zehirlenmeden önce bu mesajların bazıları bana ilginç gelebilirdi ama şimdi değil. Lahmacun yüzünden tüm yiyeceklerden soğudum, 7 kilo verdim, yağlı yerlerim küçüldü. Amerikan vatandaşı olmamın özel Türk hastanelerinde işe yaramaması, beni gerçekten çok şaşırttı.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bravo, başınıza gelmiş gibi yazmışsınız eminim bu hergündefalarca oluyordur hiç şaşırmıyoruz artık maalesef.İşte edebiyatın kudreti...

Süleyman BİLİR

id="wobsbn"> Web Analytics