1 Eylül 2009 Salı

Turşulu Can Simidi

Ekonomi krizden kurtulsun diye birtakım zevatın tekrarladığı, “Alın verin ekonomiye can verin” sloganı ayyuka çıkınca, Anlayamayan Adam’ın anlama arzusu depreşmişti yine. Aklına, yıllardır bildiği turşulu, simitli bir fıkranın günümüz çeşitlemesi geliverdi ansızın.

Bir turşucu ve bir simitçi birgün satış yapmak için bir sokağın köşesini tutarlar ancak işler kesattır. Turşucu simitçiye, “Sen benden turşu al, ben senden simit alayım, böylece siftah yapalım” der. Hemen oracıkta siftah yaparlar ancak ardından satış gelmez. Çünkü sokakta gezenler ya parasız ya da iştahsızdır. İç çamaşırı imalatçısı komşularını yolda görünce sevinirler, ancak adam ucuz ithalat yüzünden atölyesini altı ay önce kapatmıştır, meteliksizdir. Meteliğin çapraz kurda kaç TL olduğunu hesaplamalarına böylece gerek kalmaz.

Satıcılar ısrar ederler ancak ona veresiye turşu ve simit satamazlar, çünkü eski iç çamaşırı imalatçısı şimdi don alacak parasının olmadığını söyler. Bu bahaneye inanmazlar, ama yine de acıma hissiyle turşu ve simit ikram ederler o komşuya. İthalatın birçok imalatçıyı cansız bıraktığını bilmektedirler çünkü. Gerçi satılan turşunun sarımsağı ve simidin alerjan susamı da ucuz ithalattır, amma velâkin salatalığın ve patlıcanın yerli mahsul olması teselli edicidir.

Eski imalatçının esnaflığa soyunmasından korkunca, yaptıkları işte para olmadığını söylemekten de geri kalmazlar. Turşucu ve simitçi çaresiz, ciro artırıcı yöntemlerini gün boyu defalarca tekrarlarlar. Akşam olduğunda her ikisi de karın ağrısı çekerek, “Allah Allah, tezgahlarımızda mal kalmadı ama biz tek kuruş kazanamadık. Acaba nerde hata yaptık?” derler.

Anlayamayan Adam, sloganla ekonomi kurtarma gayretinin analizini yaparken, bu abartılı iktisadi fıkrayı göz ardı edemezdi. Çünkü slogan hazırlama ve reklam etme zevatı, o turşucunun fikrini çalmıştı besbelli. Ayrıntılarda birçok benzerlik vardı sanki. Sorular aklını kurcalıyordu: Herkes “alıp verişe” çıkınca, ekonomiye can verilecektir ancak neden can verilecektir? Biyoenerji veya kan verilse, serum takılsa, organ nakli yapılsa olmaz mı? Anlayamayan Adam, “Eyvah” nidasıyla, paniğe kapıldı ansızın. Yoksa ekonomi kan kaybetme dönemini geçirmiş, can çekişme dönemine mi girmişti? Durum çok mu umutsuzdu? “Ne olur gerçekleri benden saklamayın ekonomiden sorumlu abiler, ablalar” diye haykırmak geldi içinden. Ayıplanmaktan ürktü, sesini çıkaramadı.

Ekonomiye can vermek için borç alanların can vermesi yetmemiş, şimdi topluca kurban olmaya mı davet ediliyorduk? Slogan, gerçekten şüphe uyandırıcıydı. ”Alın verin ekonomiden pay alın” denmemişti mesela. “Paranız var mı?” diye soran da yoktu. Üretimden ve üreticiden de hiç söz edilmiyordu üstelik. Yalnızca esnaftan oluşan bir toplum muyduk biz? Ne var ki, esnaf da eriyip gidiyordu bu hengâmede. Yakın gelecekte AVM’lerin içinde açılan esnaf müzelerinde balmumu heykelleri sergilenirse; bakkal, kasap, manav belgeselleri çekilirse şaşmamak gerekirdi.

Üretmeden tüketmek, küresel inançlarımız arasındaydı artık. Alış-veriş merkezi odaklı görünüyordu bu kampanya. Ama reklam, ilan aktörleri esnaf kılığındaydılar. Muhtemelen son on yıldır alışverişin büyüğünü esnaftan yapmamış olsalar da. Gerçi esnaflarda esnaftan alışveriş yapmıyordu uzun zamandır. Slogan karakteri olarak esnafın seçilmesi, tehlikeli sahnelerde dublör kullanma alışkanlığından ibaretti belki de. Veya simgeseldi. Hipermarketler, bir nevi hiperesnaf mıydı?

Reklamda bir oyuncakçı amca vardı, dükkânında düğmesine basılınca Çince şarkılar söyleyen bebekler, test sürüşünde tekerleği yerinden fırlayan dışalım arabalar satan. Yıllarca kullanılmış, dağılmadan eskimiş bir oyuncak arabamız hiç olamayacak mıydı? Tuhaftı, Türkiye’de yerli oyuncak üreticisi kalmamıştı neredeyse. Oyuncak deyince, akla ilk Çin gelirdi. Bizimki iyiydi de, Çin ekonomisi mi çok bozulmuştu yoksa? “Aman ha, Çinliler üretip istihdam etsinler, yeşil karta muhtaç olmasınlar. Gariplerin gururu incinmesin, kampanyayı biz yürütelim” demek mi düşmüştü slogan karakterlerine? Kampanya masraflarına parasal katkıda bulunan yabancı var mıydı peki?

Anlaşılması güç başka ayrıntılar geliyordu akla. Sakız, gül, oyuncak; temel ihtiyaçlarımızdan mıydı? Öyleyse, vatandaş bu temel ihtiyaçlarından habersiz miydi? Veya çok mu saftı? Gül satan Roman kadın, kentsel dönüşüm dümeniyle yaşam alanını kaybedenlerden miydi? Bir aklıevvel ortaya çıkıp, “Para verin alalım, verelim, parasız ekonomiyi paralayalım” der miydi?

Ve soruların en can alıcısı, “Kampanya es kaza işe yararsa, fıkradaki turşucunun fikri haklarının parasal karşılığı kendisine teslim edilir miydi?

id="wobsbn"> Web Analytics