20 Eylül 2010 Pazartesi

İletişim Kabızlığı


“Sana bir türlü ulaşamıyorum, telefonu neden açmıyorsun?”
“Yanımda değildi…”
“Cevapsız aramayı gördüğünde arasaydın bari…”
“Alet arızalı, arayanları göstermiyor…”
“Mail de yolladım üstelik…”
“Şu ara maillere bakmıyorum…”
“Arkadaşınla haber gönderdim… Hani şu koca ayaklı var ya, işte onunla. Sana iletmedi mi?”
“İletti…”
“E peki?”
“Keşke bir başkasıyla haber gönderseydin… Ben onun sözüne pek güvenmem de…”
“Nerden bileyim bunu? Ya durum acil olsaydı?”
“Ayıpsın, sen her şeyi tek başına halledersin…”
“Ya halledemeyeceğim bir iş olsaydı…”
“En az 4-5 kere üst üste arardın. Ben de eşek değilim ya, beşinciden sonra mutlaka sana dönerdim… Bisikletin de güzelmiş...”
“Lafı bölme, yoksa bana küs müsün?"
“Hayır, asla… Küs olsaydım meşgule de alırdım.”
“Peki, neden cevap alamıyorum?”
“Bu çok normal artık… Bana cevap vermeyenlerin listesini yapsam, dudağın uçuklar…”
“Ben mi cevap vermedim?”
“Hayır, başkaları tabii ki…”
“Onlardan bana ne?”
“Benim de cevap vermemeye ihtiyacım var ama…”
“Kim cevap vermiyorsa ona uygula bunu…”
“Çok anlayışsızsın… Adamlar hiç aramıyorlar ki misilleme yapayım…”
“Sıkıldım bu mevzudan, hoşça kal…”
“Güle güle… Aman arayı fazla uzatma, beni sık sık ara tamam mı…”

Ali Sefünç

7 Eylül 2010 Salı

Şartlı Mutluluk


Mutluluk da aşk gibiydi… Heveslisi çoktu ancak tadına varanı azdı... Mutsuzluk ise ganiydi çünkü zemin müsaitti…

Büyük çoğunluk son 8 yılda sürekli kaybetmişti… Neler mi? İş, kazanç, bilinç, umut, neşe, güven… Dolayısıyla kimlik, libido ve sağlık…

Oysa ülkenin değiştiği söyleniyordu… Ne gibi? “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” sloganının yerini, “Güçlü polis, güçlü Türkiye” sloganı almak üzereydi sanki…

Gerçi Anlayamayan Adam için fark eden bir durum yoktu zira her iki sloganda da temel şart, vatandaşın güçsüzlüğüydü. “Güçlü vatandaş, güçlü Türkiye” sloganını akıldan geçiren bir “Çiftlik Aydını” bulunur muydu? İhtimal vermedi…

Babasının çiftliğiymiş gibi memleket yönetenlere hayranlık duyan her aydını, “Çiftlik Aydını” sınıfından sayıyordu. Tabii ki onlar çiftlik balıkları kadar yavandı. Ayrıca balık hafızalı…

Anlayamayan Adam balığı boş verdi, mutluluk meselesine döndü. Memlekette mutlu insan kalmış mıydı? Kalmıştı elbette… Ama ne var ki onlar artık iki gruba ayrılıyorlardı… AzınlıktakiŞartsız Mutlularve çoğunluktakiŞartlı Mutlular”…

Çoğunluğun mutluluğu bir tuhaftı ve kalıcı değildi. Tarifsiz kederler içindeyken çok kısa süreli mutluluk nöbetleri geçiriyorlardı sadece… Ne zaman krize giriyorlardı? O sihirli şart gerçekleştiği an... Yani mutsuz bir muhalifi görür görmez… Muhaliflere muhalefet ederek mutlu olmayı keşfetmişlerdi. En garantili sevinç kaynağı buydu artık…

Şartlı mutluların tamamına yakını otoriteden yanaydı. Her türlü eziyete kolayca “Eyvallah” diyor ancak muhalefet edenlere asla katlanamıyorlardı. O muhaliflerle aynı çileleri çekseler bile… Öğrenilmiş çaresizlikleri zedelendiği için mi böyleydiler? Belki de…

Şartlı Mutlular, dertleri her hatırlatıldığında veya otoriteyi savunamaz hale geldiklerinde, “Acımadı ki… Acımadı ki…” diye savunmaya geçmekteydi. Onların en devrimcisi bile otorite sevdalısıydı.

Kısacası, şartlı mutluluğun vazgeçilmezi, zaten mutsuz olan muhaliflerin daha da mutsuz edilmesiydi. Geçmişte savunduklarını inkâr pahasına…

Anlayamayan Adam da onlar gibi şartlı mutluluk yaşayabilir miydi acaba? Şifreyi çözmek lazımdı. “Şartlı Mutluluk” yaşamak için bir şartlandırana gereksinim vardı öncelikle. Ve aynı zamanda şartlanmaya müsait bir bünyeye…

Şartlı refleksi kuvvetli olanlar herkesten daha şanslıydı mutlaka. Şartlı mutluluk adına desteklenen siyasetin akıbeti, şartlı mutluluk için yaşanan aşkların akıbetine benzer miydi?

Şartlı mutlulardan kurtulmanın tek yolu yabancı bir ülkede yaşamak mıydı? Hayır, üstelik bu masraflı ve teslimiyetçi bir seçenekti. İnsan kendi vatanında bir yabancı gibi de yaşayabilirdi pekâlâ. Pratik ve ucuz tarafından...

Ali Sefünç

id="wobsbn"> Web Analytics