20 Ekim 2014 Pazartesi

Prof. H. POKUS'un Günlüğü - 6: "Kariyer"


Türkiye’de mesleklere karşı bakış açım değişti, bilgilerim sarsıldı. Bazı işleri yapanlardan korkmaya başladım. Örneğin, falcılardan…
Falcıların kadınlara danışmanlık yaptığını, acı bir biçimde öğrendim. İlk Türk sevgilim, ne zaman kavga etsek, kahve falı baktırırdı. Falcı güzel şeyler söylemişse, aramız düzelirdi. Kötü şeyler anlatmışsa, bir süre ayrı kalırdık. En sonunda, falcı bizi tamamen ayırdı.
Beyoğlu’nda çalışan yüzlerce falcının nasıl geçindiğini böylece anladım. İzolasyoncular, falcılardan daha korkunçmuş…
Geçenlerde içinde gezindiğim bir AVM’de yangın çıktı. Ben hemen dışarı kaçtım, Türk ve Arap müşteriler alışverişe devam ettiler. AVM’yi, çatı izolasyonu yapanlar yakmış. Böyle bir olaya az rastlandığını sanıyordum ama öyle değilmiş.

İstanbul’daki büyük yangınların çoğu, izolasyon ustalarının eseriymiş. Tarihi Haydarpaşa Garı ve birçok tarihi köşk onların yüzünden yanmış. Yanmasını istediği binasına izolasyon yaptıranların varlığını duyunca, “Oh my God, ben nasıl bir ülkeye düştüm?” diye panikledim… Haydarpaşa Garı davasında 2 işçi ve 1 işveren 10’ar ay hapis cezası almış, diğerleri suçsuz bulunmuş. Biliyorum, 10 aylık hapis cezası paraya çevrilir. Sanırım Türkiye’de yangın çıkarmak iyi bir şey.
Rüzgârlı günler, bina yakmak için çok uygunmuş. Yanıcı maddelerin yanında kıvılcımlar saçan kaynak makinesi çalıştırmak yeterliymiş. İzolasyon işçileri yangın çıkarmama eğitiminden geçmedikleri gibi, alevleri görür görmez binadan ilk önce onlar kaçarmış.

Mesleklerin gizli işlevlerine dair başkaca örnekler de gördüm. Türkiye’de en karmaşık cinayetlerin katilini Müge Anlı adında bir televizyoncu kadın buluyor. Mahalle esnafı, uyuşturucu satanları yakalıyor. Polisler, yalnızca bazı linç olaylarında ortaya çıkıyorlar. İmamlar inşaatçılıktan, politikacılar emlakçılıktan para kazanıyor. Hatipler, televizyonlarda şov programı yapıyorlar ve ünlü şovmenlerden daha zenginler. Türkiye’de hatiplerin aldığı para Amerika’da bir duyulsa, korkarım, bazı papazlar Hıristiyanlık'tan çıkabilir.
Bu ülkenin banka güvenlik görevlileri ise, bambaşka bir mucize… İlk zamanlar her problemde şube müdürüne çıkardım. Müdür ve memurlar sık sık değişiyor, her yeni gelene kendimi tanıtmaktan bıktım. Bunu gören güvenlikçi bir gün beni kenara çekti, “Mr. Pokus, müdüre çıkmayın, ben sizin bütün sorunlarınızı çözerim, onlar geçici, ben kalıcıyım,” dedi. O günden sonra güvenlikçiye danıştım, işlerim hiç aksamadı.

Güvenlikçi çok becerikli adam, bir bakıyorum otomata sıkışan parayı çıkartıyor, bir bakıyorum bilgisayarı tamir ediyor. Jeneratörün bakımından o sorumlu, kredi isteyen müşteri için referans veriyor. Şubeyi o yönetiyor bence. Sıra bekleyen bir kadına doğum bile yaptırmış. Kız doğduğu için bebeğe onun ismini verememişler. Geçenlerde arabamın motorundan çıkan sesi beğenmedi, kurcaladı, ses düzeldi.

Türkiye, bankacılık sisteminde yeni bir model deniyor sanki. Kapıdan yönetilen bankacılık sistemi… Gözlemlerimi Amerikalı meslektaşlarıma rapor edeceğim, bilinen mesleklerin gizli etkilerini gelip bir incelesinler. Profesör olarak ben neleri eksik yapıyorum, Türk profesörlerden ne eksiğim var, işte bunları da kısa sürede öğrenmem gerekiyor. Kariyerimi başka türlü parlatamam.

14 Ekim 2014 Salı

Prof. H. POKUS'un Günlüğü - 5: "İmdat"



Türk arkadaşlarım beni çok seviyor ama birbirlerini sevmiyorlar. Düşman gibiler. Kaç gruba bölündüklerini kendileri de bilmiyor. Üniversitenin en sevilen hocası seçildiğim gün bana bir vazo verdiler. Sevinçten zıpladım, ağladım. Gerçeği sonradan öğrendim, oy birliğiyle seçilmem için rektör emir vermiş. Bunu demokratik bulmadım, vazoyu geri vermek istedim. 

Rektör beni teselli etti, eğer bir Türk seçilseymiş, üniversitenin huzuru kaçacakmış. Desteklemese bile seçimi kazanacağımdan eminmiş, o sadece sonucu garantilemeye çalışmış, inandım.

Herkes birbirini kötülediği için Türk arkadaşlarımın iyi yönlerini keşfetmek hep bana düşüyor, yoruluyorum. Bir süre önce üniversite yönetimi Türk vatandaşlığına geçmemi istedi. Nedenini sordum, yabancı kadrosundaki akademisyenlere iktidar partisinin isteklerini yaptırmak zormuş. “Burası özel üniversite değil mi?” diye itiraz ettim, “Artık özel üniversiteler de hükümete bağlı,” dediler. Türk vatandaşlığı önerisini reddettim. İktidarın baskısından korktuğum için değil, Türk arkadaşlarımın düşmanlığını kazanmamak, bir Türk gibi dışlanmamak için reddettim. Yabancı olarak çok sevgi görüyorum, böyle mutluyum.

Türklerin birbirlerine düşmanlık etmeyi nasıl öğrendiklerini biraz araştırdım. En ilginç bilgiyi apartman görevlisi İmdat’tan aldım. “Bizde düşmanlık ailede başlar,” dedi. Kendi ailesinden birçok örnek verdi. Hala, teyze, amca ve dayıları babasına, babası da onlara düşmanmış. Sayılamayacak kadar kuzeni olmasına rağmen kuzensiz gibi yaşıyormuş. Düşmanlık, büyüklerden çocuklarına aktarılırmış. Bir tek halasının kızı Satı'yla arası iyiymiş. Çünkü Satı'yla evliymiş. Türklerde akraba evlilikleri, akraba düşmanlıkları kadar yaygın... İmdat, akraba evliliğinin risklerinden korkmuyor. O da bir akraba evlliği çocuğuymuş. Durumunu anlatırken zekasından ve normalliğinden o kadar emindi ki, bilimsel doğrulardan kuşku duydum.

İmdat, ailenin en zenginiymiş, tüm akrabaları onu kıskanıyormuş. Beni ikna etmek için sahip olduğu arsa ve dairelerin tapularını gösterdi, kendimi fakir gibi hissettim ama kıskanmadım. Kıskançlık duygusuna yabancıyım. 8 kardeşi varmış. Kardeşleriyle arası iyi değilmiş ama ilişkileri henüz düşmanlık düzeyine gelmemiş. “Şimdi sırası değil, babam ölünce düşman oluruz,” sözüne şaşırdığımı görünce, “Biz miras bölüşmeyi bilmeyiz, mutlaka bir maraz çıkar, düşman oluruz,“ dedi.

Burada komşular da birbirine çok çabuk düşman oluyor. Üç gün önce apartman yönetim toplantısında kavga çıktı, otopark tartışmasının sonunda boğazı sıkılan adam “İmdat!” diye bağırınca, İmdat hemen yetişti ve adamı kurtardı. İmdat, servis için çağrıldığında genellikle ortada görünmez. Meğerse insanların ses tonundan ne isteyeceklerini anlar, boş yere kendini yormazmış. Sık sık gittiğim o güzel kafe, ortaklar anlaşamadığı için kapandı.

Türkiye’de hiç kimse kendini özgür ve mutlu hissetmiyor. Galiba özgürlüğü ve mutluluğu hep birlikte aramadıkları için böyleler. Kendilerini güvende hissetmiyor ama birbirlerinin güven duygusunu yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türk çalışma arkadaşlarımın hepsi bana güvendiğini söyleyerek sırlarını paylaşıyor. Ben sırlarımı kendime saklıyorum, başıma bir bela gelmesin diye... Bu ülkede şimdiye kadar hiçbir şey öğrenmediysem, mutlu yaşayabilmek için Türk vatandaşı olmamak gerektiğini öğrendim.

2 Ekim 2014 Perşembe

Prof. H. POKUS'un Günlüğü - 4:"Kurban"


Türkler tatil yapmayı çok seviyor. Bence bazılarının, “Bize her gün bayram,” demeleri bu yüzden… Tatilsiz bayramları yok gibi. Kutlamalar konusunda genellikle beceriksizler. Eğlenemiyorlar. Bunun tek istisnası, Kurban Bayramı galiba. Kurban kesmeyi, sokakları kan gölüne çevirmeyi bir şenlik haline dönüştürmüşler. Kurban almak ayrı bir tören, eve götürüp kesmek ayrı bir olaymış… Kurban kesimini küçücük erkek çocuklarına seyrettirmeyi çok seviyorlar. Karısını öldüren erkeklerin çoğunlukla bıçak kullanmasına şaşmamak lazım sanki.

Kaçan kurbanlıkları yakalama oyununu anlattılar, bana çok heyecan verici geldi. Safariye benziyor. Bu oyuna katılmayı isterdim ama sağlık sigortamı riske atmak işime gelmedi. Yaralanma olasılığı yüksekmiş, her hasarda sigorta primini arttırıyorlar. Oyuna katılanların büyük bir kısmı tos yiyormuş. Bir de kendini kesen kasaplar varmış. Boğayı yere devirmeye çalışırken kalp krizi geçirenleri de duydum.

Kurban kesenlerin nedenleri farklı… Kimileri sevaba girmek için, kimileri günahlarını sıfırlamak için kurban kesiyor. Gösteriş ve taze et yemek için kesenlerde varmış. İşgal altındaki bir ülkede kurban kesmenin caiz olmadığını söyleyen arkadaşım beni şaşırttı. Apartman görevlisi danaya ortak arıyormuş, bana önerdi. Hıristiyan olduğumu söylememe rağmen ısrar etti. Bir miktar bayram harçlığı vererek danaya ortak olmaktan kurtuldum. Harçlığı alınca o suratsız adam çocuksulaştı, zorla elimi öptü. Kurban kesimini seyretmeye çağırdı, duymazdan geldim.

Türkler zamanı verimli kullanamıyor, tatillerinin çoğunu yollarda geçiriyorlar. Ucuz kurban kesmek için köylerine gidenlerin avantajı, köy ürünleriyle eve dönmeleriymiş. Üretmeden yaşamaları istenen köylüler, yalnızca kendileri ve kentlerde yaşayan çocukları için üretim yapıyorlarmış artık.
Köysüzlerin bayram tercihi, güneyin sahil şehirleri… Türkiye’de bayram tatilinin pahalıya çıktığını geçen bayram yüklüce bir otel hesabı ödeyerek öğrendim. Son yıllarda yurtdışı turlarına katılanların sayısı bu yüzden artmış. Avrupalı turizmciler, Müslüman bayramlarının en uzununu dört gözle bekliyorlarmış şimdilerde.
Bu bayram benim için de tatil fırsatı. İstanbul’un boşalacağını duyunca kararımı verdim, burada kalacağım. Tarihi şehrin insan ve araç kalabalığından bir ölçüde arınmış halini çok merak ediyorum. Eşsiz fotoğraflar çekeceğimi düşünüyorum.

id="wobsbn"> Web Analytics