16 Kasım 2009 Pazartesi

Kampanya Kırıklığı


Anlayamayan Adam, “Bir saatlik ücrete iki saatlik psikiyatrik tedavi” kampanyasından yararlanabilmek üzere hastaneye giderken oldukça düşünceliydi. Tek seansta iyileşebilecek miydi acaba? Rahatsızlığını, kampanyasız yaşayamamak olarak özetleyebilirdi.

Sol gözü yolda, sağ gözü ise yol kenarındaki benzin istasyonu afişlerindeydi. O haftanın en cazip kampanyalı benzincisi hangisiydi acaba? Islak mendil, temizlik bezinden; bardak takımı, ıslak mendilden; araba çekilişine katılma hakkı ise bardak takımından daha değerliydi.

Randevuya gecikmek istemiyordu, yokuş aşağı yolda hafifçe gaza dokundu. İniş bitti, rampaya vurdu, tam tepe noktaya geldiğinde, yol birdenbire daraldı. Çünkü trafik ekibi yola barikat kurmuştu. Aracını ve şahsını hedef alan işaret dilini çözünce, radar kontrollü ceza kampanyalarından birine yakalandığını anladı.

Hızını kesti, arabayı kenara çekti ve makbuz kuyruğuna girdi. Müstakbel psikolojik tedavi, daha şimdiden pahalıya mal olmuştu. Sırası geldiğinde, felsefe sahibi her Türk sürücüsü gibi itiraz hakkını kullandı.

“İmkânı yok, ben o kadar hızlı gitmiyordum.”

“Gitmişsin kardeşim.”

“Kanıtlayın o zaman.”

“Kanıtlarız ama kontrol bitene kadar beklemen lazım... Sonra seni bir de göz muayenesine göndeririz...”

“O niye?”

“Kocaman radar ikaz levhasını görmemişsin. Üstelik bakışlarında da biraz şehlalık var.”

“Neden yokuş aşağı radar kuruyorsunuz da, yokuş yukarı kurmuyorsunuz?”

“Yokuş yukarı radar, sermayesini kurtarmaz... Bir de can güvenliği konusu var tabii.”

“Burada bir tek, traktörler limiti aşamaz.”

“Orası öyle ama biz de her zaman radar kurmuyoruz ki.”

“Can güvenliğimiz, bazen mi önemli?”

“Hızınızı kesiyoruz sadece”

“Yavaş gidelim de, trafik mi tıkansın yani?”

“Kaza görünce, çakılıp kalıyorsunuz ama.”

“Göz hakkı diye bir şey vardır…”

“Kazanın göz hakkı mı olur kardeşim?”

“Duyduğuma göre, her ay mutlaka, maaşlarınızı karşılayacak kadar ceza kesmeniz gerekiyormuş. O yüzden ay sonlarında pusu kuruyormuşsunuz.”

“Yok öyle bir şey beyefendi. Kim uyduruyor bunları?”

“Madem sürate izin yok, neden bize kadranı 240 km gösteren araba satıyorlar?”

“Nerden bileyim?”

“Gaza basmasam bile bu yokuşta ibre 120’den aşağı inmez.”

“Fren kullanın.”

“Balatalar çabuk aşınıyor...”

“Tercihinize karışamayız beyefendi... Ya balata, ya ceza...”

Konuşmanın bir yere varacağı yoktu. Anlayamayan Adam, hastaneye yetişmesi gerektiğini söyledi. Doktor izlenimi yaratmak belki bir işe yarardı. Polisin umursamadan, “Geçmiş olsun” demesine bakılırsa, yalnızca hasta izlenimi bırakmıştı. Uzatılan makbuzunu mecburen kabul etti. Cezayı 15 gün içinde ödediği takdirde % 25’lik peşin indirimi kampanyasından yararlanacağını öğrenmesi hoş bir sürprizdi.

Tekrar yola koyuldu. Uygun kampanya bulursa, anjiyo da olmalıydı. Son günlerde fazlaca gergindi çünkü. Bir de iyice tutuklaşmış yatak hayatı meselesi vardı. Çocukluğunda belediyenin sünnet kampanyasından yararlanırken yanlış kesime uğramış talihsiz bir erkek gibi yetersizlik duygusu taşıyordu çünkü. Doktora bu konuyu da açsa mıydı?

Kampanyalı krediyle aldığı kampanyalı arabasını kullanırken aklına muhtelif açılım kampanyalarının yanı sıra, son günlerin grip aşısı kampanyası da geldi. Türetilmiş salgın hastalıktan türetilmiş bir kampanya mıydı yoksa? Eski devirlerin, yalnızca yardım niyeti taşıyan kampanyalarını anımsadı. Depremzedelere, Kızılay’a yardım kampanyaları gibi… Cumhuriyet tarihimizin en muhteşem kampanyası imeceydi galiba…

Güzel kampanyalar, tıpkı tüm diğer güzellikler gibi geçiciydi ancak kampanya bağımlılığı insanı yakaladı mı, bir daha bırakmıyordu. Bu sorun aynı ölçüde toplumsaldı da… Süreğen sorunlara kalıcı çözümler yerine, kampanyalı çözümler önerilmesinin başka ne sebebi olabilirdi ki? Belki de bu yüzden kampanyaya konu edilmeyen hiçbir sorunu, sorundan saymıyordu artık. Yoksa farkında olmaksızın, bir “Kampanya Cumhuriyeti”ne mi sürükleniyorduk?

Kız çocuklarını okula göndermek, demokratikleşmek, vergi toplamak, kampanyasız başarılamayacak konulardan mıydı? Veya kampanyalar, başarısız kadrolar için kurtarıcı bir etkinlik miydi? Yetersiz olduğu konuda o da kampanya düzenlese, yatak hayatı canlanır mıydı? Reklam amaçlı ekonomik kampanyaların hangisinin daha kazançlı olduğunu düşünmek onu ambale ediyordu.

Kısacası, Anlayamayan Adam’ın gözünü kampanya bürümüştü. En çok da, af kapsamlı kampanyalara ihtiyaç duyuyordu şu sıralar. Kredi kartı borcu veya Bağ-Kur prim borcu affı türünden… Gereksinimlerini karşılayamadığı için mutsuz ettiği eski sevgilisi de, bir kampanya çerçevesinde onu affeder miydi? Bir de “Görülmemiş Kampanya” diye ilan edilenler vardı ki, neresinin daha önce hiç görülmediğini anlayana kadar ortadan kalkıyor, yerini bir başka kampanya alıyordu.

Psikolojisini düzeltmeden sağlıklı karar veremeyeceği aşikârdı. Biraz gecikmeli olarak hastaneye vardı, doktora ulaşmak için başvuruda bulundu. Danışmadaki görevli başını iki yana sallayarak “Bir dakika da olsa, gecikenler maalesef tedavi hakkını kaybediyor beyefendi” dedi. Bu nedenle çıngar çıkaracaktı ancak anılan kampanyanın bir toplantı salonu dolusu insana grup tedavisi olarak uygulandığını öğrenince, vazgeçti.

Ona şimdi de teselli kampanyası olarak, acil servisten bedeli limitsiz yararlanma fırsatı önerilmişti. Ama ne yazık ki, birkaç saat süreliydi. Hiç olmazsa bu kampanyayı kaçırmamalıydı. Kazaya veya belaya bulaşmadan bunun gerçekleşmesi mümkün müydü? Kampanya hakkını acil servise düşmüş başka birine devretmesine izin verilir miydi peki? Olmazdı herhalde… Hayal kırıklığı yaratan bir kampanya kırıklığı yaşıyordu şimdi apaçık.

Gözü, yerleri paspaslayan temizlikçinin kovasına ilişti birdenbire. Bir tekmeyle sabunlu suyu yere döküp üstüne basarsa, kesinkes bir yerini kırar ve kampanya hakkına kavuşurdu. Kavuşurdu ancak bunun bir de sonrası vardı. Ya onu acil müdahaleden sonra hastaneye yatırırlarsa, yatak bedelini nasıl öderdi? Rehin kalırdı garanti…

Gözlerini sabunlu su dolu kovadan ayırıp kuru zemine doğru kaydırdı; cebinden not defterini çıkardı; gelecek birkaç ayın akla yatkın kampanyalarını gözden geçirmeye başladı…

İnternet oyunundan çiftlik ve komşu alma kampanyası...

Kadın göbeğinden suşi yedirme kampanyası…

Kar lastiği alana güneş yağı kampanyası…

Dere yatağında sele kapılmış ucuz nevresim takımı kampanyası…

İzbe bir kafede, “Kahve sizden, fal bizden” kampanyası...

Sigara dumanı tiryakisine, kömür dumanı kampanyası...

Yılbaşını kırmızı donla kutlayarak yeni yılı güzelleştirme kampanyası…

Ve daha nice vazgeçilmez kampanya…

Seçenek çoktu ama hangisine yamanacağına karar veremedi. Belki de hepsini denemeliydi. Her şerde bir hayır olduğunu düşünmeye zorladı kendini. Tedavi olmaktan şans eseri kurtulduğuna göre, kampanyalı hayattan doyasıya zevk alabilecekti çünkü artık.

Ali Sefünç

3 yorum:

Tevfik Kaymaz dedi ki...

Gerçekten Güzel bir kampanya yazısı olmuş. Tebrikler. Ama sanırım insanlarda mizhi yazılarda sonuca daha kısa bir solukta ulaşıp gülümseme alışkalnlığı var. Bu konuda bir tembellik olabilirmi.
Teşekkürler keyifle okudum.
Tevfik Kaymaz

Sinan dedi ki...

BRAAAVOOO
meymenetsiz siyasi yorumcularla zehirlenmiş beynime çamaşır suyu gibi geldi.

Sinan

Adsız dedi ki...

Aslında bunların hepsi cüce dikkat ettinizmi. Hergece sarı abiye elbiseli bir cüce ferarisiyle benzinciye gidip bet sesiyle akses kaznadırır diye yırtınıyor. İşte el bilmemnesiyle, bir cüce ayranı yokken tahtıravan misali ferariyle benzinciye gidiyor. Ortada bir haltı yok ama, hem cüce hem bet sesli hemde parası yok. İşte durum bu elleriniz dert görmesin usta yazar. Neden sizi burada bulabiliyoruz sadece diye düşünüyordum aslında sonra baktım okurlarınız yazmış zaten, ortalık cüceden geçilmezken dev bir bakışa bakmak için yukarı bakmak lazım değilmi. Varolun sağolun azizim.

Mehmet Ali Yılmaz

id="wobsbn"> Web Analytics