11 Ocak 2010 Pazartesi

Yaşam Taşeronu



Anlayamayan Adam, “Yaşam Taşeronu” olmaya karar vermişti... Yaşamın içinde “Yaşam Koçu” adında bir hizmet erbabı varsa, pekâlâ “Yaşam Taşeronu” da olabilirdi? Reklam sloganı şimdiden hazırdı: “Sen yaşamıyorsan, bırak taşeronun yaşasın!”

Üşengeçler adına yaşadığı şeylerin ortaya çıkardığı duygu, düşünce ve gözlemlerini öylesine abartılı ve şahane anlatacaktı ki, müşteriler mest olacaklardı. Yani hiç yorulmadan aynı şeylerin en azından bir kısmını yaşamış gibi hissedeceklerdi kendilerini.

Asıl olan, ihtiyaçları gidermek değil miydi? Evet öyleydi… Zenginlemek için tanınmamış, cazip, kozmik ihtiyaçlara cevap vermek lazımdı… Piyasalar çarpıcı örneklerle doluydu: Bronzlaştırıcı pişik kremi, falı aydınlık çıkan kuru kahve, doğada eriyen plastik kelepçe ve benzerleri... İnsanları ikna etmek için biraz çaba gerekiyordu tabii ki.

Ekonomide en çok talep gören sihirli yöntemin taşeronluk olduğu resmen ortadaydı. Taşeronun taşeronu bile taşeron tutabiliyordu bazen. İşçiler, güvenlikçiler yetmiyormuş gibi; belediye zabıtaları ve itfaiyeciler de taşeron firmalara pas edilmişti. Sıra, diğer ayağı kaydırılması gerekenlerdeydi sanki.

Taşeron kime denirdi? Bir işi aslen yüklenmesi gereken kişi, kurum veya yönetim adına o işi daha ucuza yapana... Daha ucuza ama asla daha kaliteli değil… İnsanlık, “Uzay Çağı”na doyamadan, “Taşeronluk Çağı”na dalmıştı düpedüz. Obama’nın iktidara getirilişi, bu evrik çağın en güçlü kanıtıydı sanki. Cilalı beyaz adamların aklanması için kriz günlerinin siyahi bir başkanla anılması, küçük planın büyük parçası gibi görünmekteydi. Veya tam tersi…

Anlayamayan Adam’ın aklına, başkanlığının kırkı dolmadan Obama yardakçılığının taşeronluğunu üstlenen bir köy halkı geliverdi ansızın. Her kış öncesinde kavurma yapmak için zaten çok sayıda koyun kesiyor olmalıydılar. Ancak kavurmalık hayvanları o tarihte Obama’ya ithaf etmeleri eşsiz bir kurnazlıktı.

Amerikalı sığır yetiştiricileri Obama’ya sığır kurban etmişler miydi? İşte buna ihtimal veremedi… Yerli kovboylar caka satarken, “Obama Kavurması” markasıyla üretim yapıp piyasaya sürme fırsatını ıskalamışlardı galiba. Oysa marka tescilinin haftasına kalmaz, onlara özel yatırım teşviki bile çıkartılırdı.

Politik ve ticari taşeronluk alıp başını yürümüştü ancak bireysel taşeronluk henüz keşfedilmemişti. Yaşam koçları her daim çok iyi akıl vermekteydiler tabii ki. Gelgelelim uygulama zorluklarına çare getirdikleri söylenemezdi. Genellikle hesap sorar, başarısız gördüklerini tos yemişten beter ederlerdi. Deneyleme sorununu kim çözecekti peki? Tabii ki Yaşam Taşeronu...

Hayata iyi niyetle bakmak, karşılıksız sevgi duymak, doğayla doğal ilişki kurmak; oda veya salonda pineklemekten vazgeçip sokağa açılmak, bünyeye uygun hobi bulmak, üretken olmak, insan ilişkilerinin fırıldaklığıyla baş edebilmek kolay iş miydi? Elbette ki değildi...

Anlayamayan Adam bu angaryaların topunu, “Yaşam Taşeronu” sıfatı ve özeniyle üstlenecekti. Hem de küçük bedeller karşılığında çünkü mutlu yaşamı sadece paraya bağlamak yanlıştı... Gerekirse, ucuz otobüslerin arka tekerlek üstü koltuklarında kıyı kasabalarına seyahat eder, salaş restoranlarda yemek yer, ören yerlerini gezer; döndüğünde de bütün yaşadıklarını ballandırarak müşterilerine anlatırdı.

İyi ki photoshop icat olunmuştu, müşterilerini kolaylıkla gezi fotoğraflarına montajlardı. İcabında hediye de getirirdi. Pişmaniye, erişte, höşmerim, yöre manzaralı magnet falan gibi… Müşteride alışkanlık yaratabilmek için promosyon şarttı. Birkaç gün bedavadan sabah yürüyüşü yapar, sokak hayvanlarının gıdılarını okşardı örneğin.

Aynı zamanda yürüyüş güzergâhında gözüne takılanları betimler, dolaşım ve sindirim sisteminin nasıl da normale döndüğünü anlatırdı. Bunu duyan müşterileri düzenli olarak tuvalete çıkmayı başarabilirler miydi? Yeterince ıkındıkları takdirde neden olmasın? Ev içi hizmetleri de önemsemeliydi. Temizlik ve bulaşık yıkama hariç… Arzu edilirse, Akdeniz tarzı kahvaltı bile hazırlardı. Kahvaltıda ekmeklerine yağ ve reçel sürmekten, haşlanmış taze yumurtanın dirençli kabuğunu soymaktan kaçınacak değildi tabii.

Talep yaratamamaktan korkmuyordu aslında. Zira bulduğu yeni iş alanı çok bakirdi. Ondan, bir taşeron olarak evlenme programlarına katılması istenir miydi? İstenirdi mutlaka. Bu olasılığı bir çırpıda analiz etti. Hiçbir şey göründüğü kadar kolay olamadığı gibi, göründüğü kadar zor da olmamalıydı. O programlar sayesinde eş bulanların sayısı, ülkede değeri bilinen bilim insanlarından daha azdı neyse ki.

Abur cubur yiyerek zayıflaması, sorunlu ilişkileri hiç taviz vermeden düzeltmesi beklenir miydi? Böylesi beklentilerin karşılanması gerçekten çok zordu. Birbirini yiyip bitiren evli çiftleri düşünmemek olmazdı. Hiçbir zaman ortak karar alamayacakları için, isteklerinin hepsini bir torbaya atıp, onlara kura çektirmeliydi. Tabii ki çifte fiyatlandırma yapacaktı. Yanlış anlamaları ve sakıncaları giderecek bir taşeron sözleşmesi hazırlamalıydı sanki.

Yaşananları sıcağı sıcağına anlatmak etkili olurdu… Her bir müşteri adına twitter hesabı açtırıp, yaşadıklarını o kanal üzerinden kısaca duyurmalıydı belki. Ama o zaman da kaytarması güçleşirdi. Taşeronluğun avantajlı yanlarını düşünmeye çalıştı. Bir iş taşerona kaldıysa, hizmet alanın beklentisi azalıyordu genellikle. Çöken resmi bina ve köprüler, yetersiz hizmetler hep taşeronların eseriydi. Üstelik toplumda, taşeronlardan hesap sorma alışkanlığı da gelişmemişti. Asli işini taşeronlara ihale edenlerin suç duyurularında adı bile anılmıyordu.

Fiyatlandırma açısından hizmetin gruplandırılmasında yarar vardı: Duygu ağırlıklı taşeronluk, etkinlik ağırlıklı taşeronluktan daha pahalı olmalıydı. Türkan Şoray kuralları geldi aklına. Evet, Anlayamayan Adam da yaşam taşeronluğu yaparken soyunmayacak ve öpüşmeyecekti. Pis ve karışık işlere bulaşmaya da niyeti yoktu. Vatandaşlık taşeronluğuna ise kökten karşıydı. Hakkını arayamayanın hakkını aramak ona mı kalmıştı yani? Ücretini peşin olarak almalıydı. Sloganını biraz daha geliştirip, neredeyse bir reklam metnine dönüştürdü:

Yaşam Taşeronu...
Yeter ki isteyin...
Güzel yerler gezilir, güzel insanlarla birlikte olunur, güzel şeyler yenir içilir...
Hem de en uygun fiyata...
Madem siz yaşamıyorsunuz, bırakın yaşam taşeronunuz yaşasın...
Sanal zevklerinizin arasına niçin bu seçeneği de katmayasınız ki?
Vicdanınızı rahatlatabilirsem, ne mutlu bana…


Yaşam taşeronluğuna ilişkin bilinmezlikler tükenmemişti. Bu nedenle ilk denemeyi kendi üzerinde yapmak istedi. Kendini yaşam taşeronu olarak tuttu... Bakalım ilk işinde başarılı olabilecek miydi? Ücret peşindi, cüzdanının bir gözünden bir miktar para çıkardı, taşeronluğunu temsil eden diğer göze yerleştirdi o parayı. Herkes hesabını bilmeli, kendi kesesinden yemeliydi çünkü.


1 yorum:

SEYMA dedi ki...

Cok tesekkürler, günü sizin güzel yazilarinizla ve bu yazilariniza baslik olarak eslik eden sürprizler ile dolu güzel cizimlerle kapamak büyük bir zevk.....Yani su anlamayan adam, beni her okudugum yazida bir kere daha hayrete düsürüyor :):)Hani anlamazligin bu kadari dostlar basina.... suya götürüp susuz getirecek kadar akilli bir anlamazlik bu .....esi benzeri olmayan...:):)Bireysel taseronluguda kesfedince artik sirtinin hic yere gelmeyecegi kesin. Ekonomide cok asigi olan bu yöntemin özel hayatlarimiza girmemesi dilegi ile.....Ama yazinin basligi olan resimdeki hanimin yüz ifadesi gercekten ``yasam kocu``na ihtiyaci oldugunu gösteriyor bence yaniliyormuyum?..:):):):).Sevgiler.......SEYMA

id="wobsbn"> Web Analytics