22 Mart 2010 Pazartesi

Yasak Yatağı


Adını duyduğu birçok yatak vardı: maden yatağı, suçlu yatağı, sünnet yatağı, rejisör yatağı, dere yatağı gibi... Şimdi bunlara bir de “yasak yatağı” eklenmişti... Bir şeyin belli bir yerde fazlaca bulunması, o yeri yatağa dönüştürürdü... Maden yatağı ve suçlu yatağı bu tezin en güçlü kanıtlarıydı...

Anlayamayan Adam kuşkuya düşünce duraladı... Yönetmen yatağı ve sünnet yatağı diğerlerinden daha farklı özelliklere sahipti zira… Bu iki yatağa girenlerin zarar görmeden çıktığı pek görülmemişti. Yoksa diğerleri de mi öyleydi? Bilinen yatakları bir kenara bırakıp, “yasak yatağı”na odaklandı.

Gelişmelere bakılırsa, sigara yasağının peşi sıra başka yasaklar da devreye girecekti. Örneğin, tuz yasağı… Son haberlere göre, New York belediyesi restoranlarda tuz yasağı uygulamaya kafayı takmıştı. Masaya tuzluk koyan restorana 1000.- $ ceza reva görülüyordu. Amaç, insan sağlığını korumaktı.

Anlayamayan Adam bu niyet karşısında şaşkına dönmüştü. Obezitenin şahı şeker serbestti de, tuz neden yasaklanmak isteniyordu. Tansiyonu düştüğü için baygınlık geçirene içirilecek bol tuzlu ayran, bu gidişle eczanelerde reçeteyle mi satılacaktı?

Yalnız New York değil, Denizli belediyesinin yeni yasakları da ilginçti… 141 maddelik emir ve yasaklar listesi yapmışlardı: Örneğin, geceleri mezarlıklara girilmeyecek, pazarcılar atletle satış yapamayacaktı. Fanila serbest miydi? Zabıtanın insafına kalmıştı herhalde... Atletin giyilemediği yerde şort da giyilemezdi tabii ki. Üzerine sutyen takıp, “İkizlere takke” diye bağırarak satış yapmaya yeltenen pazarcının adı kötüye çıkarılır mıydı? Mutlaka...

Aniden içinde önlenemez bir yasak delme arzusu uyandı. İnsanlık tarihinin ilk yasağını çiğnemek üzere eline minyon bir Amasya elması aldı ve onu şehvetle dişledi... İnanç, gelenek, görenek, demokrasi ve sağlığı koruma amaçlı yasaklara direnmek çok zordu... Dünya, külliyen yasaklarla mı donatılıyordu?

Türkiye ziyaretinde Hülya Avşar’ın programına çıkmamasına rağmen dünyada popülerliğini koruyan filozof Slovaj Zizek’in iddiaları da çok korkutucuydu. Zizek’in dediğine göre son Bond filmi Quantum of Solace’da James Bond, Bond kızıyla seviştirilmemişti. Yılların çapkını James Bond’un başına bile böyle bir felaket geliyorsa, sıradan insanların başına kim bilir neler gelirdi?

Gişe rekorları kıran şifreli, esaretli, masalımsı filmlere bakılırsa, Hollywood cinsellikten vazgeçmişti… Belki gizli bir yasak vardı, belki de yasakların seksten daha etkili olduğu keşfedilmişti. Amerika’dan yola çıkan bir yasağın Anadolu topraklarına ulaşmaması mümkün müydü? Elbette değildi…

Anlayamayan Adam, hiç olmazsa tuz yasağına top yekûn karşı çıkılacağını ummak istedi ama umamadı. Çünkü günümüzün Tatlı Su Demokratları, içinde tuz barındıran bir yasağa asla itiraz etmezlerdi. YouTube yasağına ve yıllara varan yargısız tutuklamalara ses çıkartmayanlar, tuz yasağına mı karşı çıkacaktı yani?

Yasakların en güçlü olduğu ülkelerden biri Çin, diğeri İran’dı. Çin hükümeti internet sitesi açmak isteyenlere; nüfus cüzdanı, fotoğraf ve mülakat mecburiyeti getirmişti… Saç gösterme yasağı uygulayarak saç örtme özgürlüğünü gerçekleştiren İran, homoseksüelliği de başarıyla yasaklamıştı… Anlayamayan Adam şimdi anlıyordu, homoseksüelliği hastalık olarak ilan etmek isteyen bakanın niyetini. Tasarlanan her yasağa bir kılıf lazımdı…

Orta çağ standardında yasaklar bile yaratıcılığa muhtaçtı aslında. Gazete sahiplerinden yalnızca aykırı köşe yazarlarına değil, aykırı okurlarına da sahip çıkmaları istenebilirdi mesela. Ayrıca muhalif gazeteler isme yazılı olarak basılsa, fişlemeye gerek kalmazdı. Asker uğurlamaları sırasında “En büyük polis bizim polis” diye bağırılsa, çocuklara askercilik oynama yasağı getirilse, güzel olacaktı. Yasaklama özgürlüğüne sahip çıkılmalıydı.

Özgürlükçü Batı’nın yasakları yalnızca minare ve burka ile sınırlı değildi artık. Uyuşturucunun leblebi gibi dağıtıldığı Hollanda’nın bir yerinde yerel seçim vaatleri arasına, kadın ve kızlara ıslık çalmanın yasaklanması da girmişti. Yasak üretiminde bürokratların günahı çoktu kuşkusuz. Üstelik bilgisayar teknolojisi en çok onların işine yarıyordu. Dünya üzerindeki bürokrat sayısı fazlaca artmış, kontrolden mi çıkmıştı yoksa? Büyük olasılık öyleydi…

Dertleri neydi peki? Krizin yükselmesiyle birlikte işsiz kalmaktan mı korkuyorlardı? Bu nedenle proje ortakları politikacılara yasak üstüne yasak mı öneriyorlardı? Her bir yasağın tasarlanması, yasalaşması, takibi, kollanması, ceza kesilmesi derken, başlarını kaşıyacak vakitleri kalmazdı. Yasağı meslek edinmek böyle bir şeyken, yasağa boğulan insanların başına gelenleri sorgulayamaz hale düşmesi kaçınılmazdı.

Her ülkenin kendine özgü yasakları vardı ancak bu yasakçı tayfası mutlaka birbirini kıskanırdı. Hatta kopya bile çekerlerdi... Anlayamayan Adam’ın hayalinde dünyayı kaplayan bir yasak yatağı canlandı... O yatakta insanlığın başına neler gelecekti? Hayat denen süreç insan sağlığına zararlı ve ölümcül olduğuna göre, doğum yasaklanır mıydı? Genetik eşitsizliğe bakılırsa, hayatın demokrasiye uygun olduğu söylenebilir miydi?

Akıl almaz yasaklar halka düşerken, akıl almaz serbestlikler yönetenlerin tekelindeydi genellikle. Bal tutanın parmak yalamasını andırıyordu bu durum. Kimi yasaklar arasında bir nöbet değişimi söz konusuydu sanki. Sigara yasağı, genetiği değiştirilmiş ürünlerin yaygınlaştığı döneme denk getirilmişti. Bir kötülüğün serbest kalması için bir başka kötülüğün yasaklanması taktik icabı olabilirdi.

Anlayamayan Adam kısıtlama uzmanlarının gözden kaçırdığı özgürlükleri anımsamaya çalıştı. Spor yaparak doğal yoldan mutluluk verici kimyasal üretmenin yasaklanmasından korktu bir an. Endorfin depolamak gayesiyle dakikalarca kültürfizik hareketleri yaptı... Sporun etkisiyle zihni açılmıştı. Biliniyordu ki, Batı aydınlanması Katolik ideologların yasakladığı yazarlar sayesinde gerçekleşmişti. O yazarların yarattığı özgürlükler baltalanmaktaydı son zamanlarda. Teselliye ihtiyaç duydu. Hayatımıza sokulan yeni yasakların yeni özgürlükler yaratma olasılığını sevdi. Yüreğine su serpilmiş gibi hissetti. Her şerde bir hayır vardı ancak o hayrın hangi kuşağa denk geleceği bellisizdi.

Televizyonu açtı, o sırada eski bir Türk filmi oynuyordu. Belgin Doruk sigara yakınca o kısım birdenbire bulanıklaştı. Anlayamayan Adam kendini bir Tatlı Su Özgürlükçüsü’nün yerine koydu. Onun anlayışıyla filmlerin ne hale geleceğini hayal etmeye çalıştı, izlediği film üzerinden. Bu çabasında epeyce başarılıydı. Az sonra Belgin Doruk’un yanında Zeki Müren belirmişti. Bulanıklık iyice arttı. Üstelik filmin kötü adamı bir de içki içmeye, yemeğine tuz atmaya başlamaz mı? İşte o sırada ekranın yarısından fazlası bulanıklaşmıştı. Başı açık, eteği kısacık Ayşecik görüntüye dahil olduğundaysa, netlik tamamen kayboldu. Anlayamayan Adam televizyonu kapattı, gözlerini dinlendirmek üzere koltuğa kaykıldı.

Kara kara düşünüyordu. Ekranlarda bulandırılmak istenen diğer unsurların listesi de hayli kalabalıktı doğrusu. Kurtuluş Savaşı görüntüleri, Latin harfleri, kızlı erkekli oynanan halk oyunları, yerli malları, Uğur Dündar haberleri, yerli anneden yabancı spermle dünyaya gelen çocuklar, yabancı gelinler, yabancı damatlar ve yasakçıların fikrine uygun daha nice örnek...

Anlayamayan Adam, bir an için kendini bulanık mantıkla çalışan robotlar gibi hissedince, palazlanan bulanık bakış açısıyla yıllar sonra bir Atatürk filmini televizyon ekranlarından tüm netliğiyle izleyebileceğini hayal bile edemedi.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yasak kardeşim yassak...
Böyle yazılar yazmak ta yasak.Deve Kuşu Kabare'nin "Yasaklar" adlı oyununu, nasıl da katıla katıla güldüğümü, hatırladım yazını okuyunca ve sana katıldım bazı yasakların hayatımızdaki anlamsızlığı konusunda.
Eline, zihnine sağlık...

id="wobsbn"> Web Analytics