15 Aralık 2011 Perşembe

Nafile Özür Diyaloğu

























“Özür dilememiz lazım.”
“Dileyelim mi?”
“Elbette…”
“Dileyelim ama…”
“Ama ne?”
“Gerekiyorsa dileyelim.”
“Gerekmiyor mu yani?”
“Önce sen söyle.”
“Neyi?”
“Gerekip gerekmediğini…”
“Bence gerekiyor.”
“Sen özür dileyebilirsin o zaman.”
“Peki, ya sen?”
“Dilemeyeceğim.”
“Neden?”
“Çünkü gerekmiyor.”
“Hani kabahatimiz ortaktı.”
“Yanılmışım, kabahat ortaklığı diye bir şey yokmuş.”
“Ne ortaklığı varmış?”
“Kazançsız şeylerin ortaklığı olmazmış.”
“Öyleyse, ikimiz de özür dilemeyelim.”
“O da yanlış kaçar şimdi, ‘özür’ kelimesi bir kere ağzımızdan çıkmış bulundu.”
“Ne yapmalıyız?”
“Kabahati fazla olanımız özür dilesin.”
“O kim?”
“Kendini en fazla suçlu hissedenimiz…”
“Yani kim?”
“Tabii ki sen…”
“Komiksin, lütfen saçmalama!”
“Peki, ciddi bir öneride bulunayım.”
“Nedir o?”
“Özür şaşırtması yapalım.”
“O nasıl bir şey?”
“Geçmişe gidelim… Geçmiş meseleler için özür kampanyası açalım.”
“Ne kadar geçmişe?”
“Uzak geçmişe… Yaklaşık 70-80 yıl…”
“Biz o zamanlar hayatta değildik ki?”
“Püf noktası da bu işte, o dönemin insanları özür dilesin.”
“Şimdi de onlar hayatta değiller.”
“Bu da bizim sorunumuz değil.”
“Ama biz şimdi hem kusurluyuz hem de hayattayız.”
“Bunun bir önemi yok.”
“Niye?”
“Çünkü özür, antika eşya gibidir, yıllanmışsa değer taşır.”
“Ağzından çıkana inanıyor musun?”
“İnanmak istediğimde, her şeye inanırım.”
“Hay Allah, ne yapacağız şimdi? Özür dilemeyeceğimiz için özür dileyelim hiç olmazsa.”
“Kabul, ama şimdi değil.”
“Ne zaman?”
“Hele bir 50-60 yıl geçsin, bakarız.”
“İneceğimiz durağa çok var mı?”
“Var…”
“Ben biraz kestireyim o zaman…”
“Camdan yana yaslan, geçen sefer üzerime yıkılmıştın!”

Ali Sefünç

Hiç yorum yok:

id="wobsbn"> Web Analytics