14 Ekim 2014 Salı

Prof. H. POKUS'un Günlüğü - 5: "İmdat"



Türk arkadaşlarım beni çok seviyor ama birbirlerini sevmiyorlar. Düşman gibiler. Kaç gruba bölündüklerini kendileri de bilmiyor. Üniversitenin en sevilen hocası seçildiğim gün bana bir vazo verdiler. Sevinçten zıpladım, ağladım. Gerçeği sonradan öğrendim, oy birliğiyle seçilmem için rektör emir vermiş. Bunu demokratik bulmadım, vazoyu geri vermek istedim. 

Rektör beni teselli etti, eğer bir Türk seçilseymiş, üniversitenin huzuru kaçacakmış. Desteklemese bile seçimi kazanacağımdan eminmiş, o sadece sonucu garantilemeye çalışmış, inandım.

Herkes birbirini kötülediği için Türk arkadaşlarımın iyi yönlerini keşfetmek hep bana düşüyor, yoruluyorum. Bir süre önce üniversite yönetimi Türk vatandaşlığına geçmemi istedi. Nedenini sordum, yabancı kadrosundaki akademisyenlere iktidar partisinin isteklerini yaptırmak zormuş. “Burası özel üniversite değil mi?” diye itiraz ettim, “Artık özel üniversiteler de hükümete bağlı,” dediler. Türk vatandaşlığı önerisini reddettim. İktidarın baskısından korktuğum için değil, Türk arkadaşlarımın düşmanlığını kazanmamak, bir Türk gibi dışlanmamak için reddettim. Yabancı olarak çok sevgi görüyorum, böyle mutluyum.

Türklerin birbirlerine düşmanlık etmeyi nasıl öğrendiklerini biraz araştırdım. En ilginç bilgiyi apartman görevlisi İmdat’tan aldım. “Bizde düşmanlık ailede başlar,” dedi. Kendi ailesinden birçok örnek verdi. Hala, teyze, amca ve dayıları babasına, babası da onlara düşmanmış. Sayılamayacak kadar kuzeni olmasına rağmen kuzensiz gibi yaşıyormuş. Düşmanlık, büyüklerden çocuklarına aktarılırmış. Bir tek halasının kızı Satı'yla arası iyiymiş. Çünkü Satı'yla evliymiş. Türklerde akraba evlilikleri, akraba düşmanlıkları kadar yaygın... İmdat, akraba evliliğinin risklerinden korkmuyor. O da bir akraba evlliği çocuğuymuş. Durumunu anlatırken zekasından ve normalliğinden o kadar emindi ki, bilimsel doğrulardan kuşku duydum.

İmdat, ailenin en zenginiymiş, tüm akrabaları onu kıskanıyormuş. Beni ikna etmek için sahip olduğu arsa ve dairelerin tapularını gösterdi, kendimi fakir gibi hissettim ama kıskanmadım. Kıskançlık duygusuna yabancıyım. 8 kardeşi varmış. Kardeşleriyle arası iyi değilmiş ama ilişkileri henüz düşmanlık düzeyine gelmemiş. “Şimdi sırası değil, babam ölünce düşman oluruz,” sözüne şaşırdığımı görünce, “Biz miras bölüşmeyi bilmeyiz, mutlaka bir maraz çıkar, düşman oluruz,“ dedi.

Burada komşular da birbirine çok çabuk düşman oluyor. Üç gün önce apartman yönetim toplantısında kavga çıktı, otopark tartışmasının sonunda boğazı sıkılan adam “İmdat!” diye bağırınca, İmdat hemen yetişti ve adamı kurtardı. İmdat, servis için çağrıldığında genellikle ortada görünmez. Meğerse insanların ses tonundan ne isteyeceklerini anlar, boş yere kendini yormazmış. Sık sık gittiğim o güzel kafe, ortaklar anlaşamadığı için kapandı.

Türkiye’de hiç kimse kendini özgür ve mutlu hissetmiyor. Galiba özgürlüğü ve mutluluğu hep birlikte aramadıkları için böyleler. Kendilerini güvende hissetmiyor ama birbirlerinin güven duygusunu yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türk çalışma arkadaşlarımın hepsi bana güvendiğini söyleyerek sırlarını paylaşıyor. Ben sırlarımı kendime saklıyorum, başıma bir bela gelmesin diye... Bu ülkede şimdiye kadar hiçbir şey öğrenmediysem, mutlu yaşayabilmek için Türk vatandaşı olmamak gerektiğini öğrendim.

Hiç yorum yok:

id="wobsbn"> Web Analytics