15 Haziran 2009 Pazartesi

Mayın Jimnastiği


Bir bahar mevsimiydi. Bahar temizliği yapmak, bekâr olduğu için Anlayamayan Adam’ın başına kalmıştı. Yerleri klasik yöntemle silerken kafasına mayın temizliği takıldı birdenbire.

Bir fıkrayı andırıyordu bu mesele. Kahramanlardan biri Amerikalı, biri Türk, biri Arap ve biri İsrailliydi galiba. Onlar bir gün hep birlikte “Google Earth”e girip uydu bakışlı gözlerle dünyayı izlerken Suriye sınırımızdaki mayınlı sınır hattını tesadüfen bulmuşlardı sanki.

Orası pek mümbitti. Neden? Çünkü yarım asırdır ekilmemişti ve alabildiğine tozluydu. Bir hafta temizlenmeyen evde bile işaret parmağı kalınlığında toz birikiyorsa, Suriye’den esen kum fırtınalarıyla diz boyu tozlanmış olmalıydı o arazi. Toz, toprağın özüydü.

Şimdilerde herkes ahkâm kesiyorsa, Anlamayan Adam da pekâlâ “Mayın Jimnastiği” yapabilirdi. Her zaman beyin jimnastiği yapılacak değildi ya! Özgür bir beyin, mayından daha tehlikeliydi ne de olsa, ulusal çıkarları gözetmeye kadar vardırabilirdi faaliyetlerini.

Kirlenmiş yer bezini durulamak için kovaya daldırdığı sırada bazı sorular belirmişti beyninde. O mayınlar soğuk savaş döneminde, “Tarlaya ektim soğan” türküsünü unutturabilmek için mi toprağa gömülmüştü? Milenyumdan sonra –kısaca MS– Türk tarımının gözden çıkarılacağının ilk işareti miydi bu sınır mayınlaması?

Duruladığı bezi kovadan çıkarttı, iyice suyunu sıktı. Yer paklandıkça ahşap zemindeki budaklar göze batıyordu. Budak benzeri olasılıklar belirmişti zihninde. Mayın Jimnastiği aktörlerine rolleri, bayrağı çok yıldızlı ünlü bir yönetmen tarafından paylaştırılmıştı galiba. Mayınlı tarlaya kaçınılabilir veya kaçınılmaz bir nedenle dalan Türk, bedeninin bir parçasını yitirirken; Suriyeli, tarlasını ve keyfini sürmüş; İsrailli, Sam Amca’sından ona da verimli topraklar bağışlamasını dilemiş –kutsal toprağı zaten vardı– Suudi Arap ise mayın altı edilen petroller için “yalelli” çekmiş olabilirdi.

Yer silmek çok zordu. Anlayamayan Adam’ın beli ağrımaya, diz kapakları acımaya başlamıştı. Arkadaşları onu, “Sen niye uğraşıyorsun? Bir temizlikçi kadın tutsana!” diye defalarca uyarmışlardı. Aslında denemişti ama hiçbir temizlikçi onun kadar iyi temizleyemiyordu evi.

Anlayamayan Adam merak ediyordu, şimdi durum neden değişmişti? Mayınları biz niye çıkartamazdık? Bu işi kotarmak organik tarım yapana yaraşırdı da, normal tarım yapan yüzüne, gözüne mi bulaştırırdı? “Toprak Ana”mız oralarda üveyleşmiş miydi? Yabancı menşeli mayına alışkın tarlada yerli çiftçinin ürünü kök salamaz mıydı? Her şey mümkündü galiba çünkü tohumlar da yabancı menşeliydi artık. Genetiği bozulanın niyeti de bozulabilirdi pekâlâ.

Kovadaki suya dalıp çıktıkça buruşukluğu artan ellerine baktı hayıflanarak. Tahriş olmaya başlamışlardı. Deterjanlar sağlığa zararlıydı. Tıpkı genetiği değiştirilmiş tohumlar gibi… Deterjanın organik olanı var mıydı? Arayıp bulmaya karar verdi.

Mayınla tarım iç içe değerlendiriliyordu şu sıra. Geçmiş yıllarda Suriye ile aramızda bir savaş çıksa, Silahlı Kuvvetler’i karşı tarafa geçirebilmek için mayın temizleyebilen organik tarımcı mı aranacaktı? Bulunamazsa, savaşmaktan mı vazgeçilecekti? Bu sorular çok abartılıydı ancak abartısız ne kalmıştı ki politi-ekonomik hayatımızda?

Parasal kaynak meselesi her alanda ciddi sorundu. Temizlikçi kadın tutmamasının bir diğer nedeni paraydı zaten. Gündelikler ateş pahasıydı. Temizliğe para vereceğine, indirimli marka giysiler alırdı kendine. İlaveten, yeni nesil bir cep telefonu…

Seçme hakkını kullanan yalnız o muydu? Hayır… Kamuyu yönetenler de tercih listesi yaparlardı. Örneğin, “Lale Devri” ihtiyaçlarına para vardı ama mayın temizlemeye yoktu. Geçmiş dönemlerde de aynıydı aslında. Çok gerekli işler yapılmak istediğinde kaynaklar saklambaç oynamaya başlardı çoğunlukla. “Organik elma dersem çık, armut dersem çıkma” diye seslenilmeliydi şimdilerde saklanan paraya. İşin bedeli çok mu büyüktü? Çıplak gözle bakılmayınca, kullanılan büyütecin büyüklüğüne bağlıydı galiba.

Evin deterjan masrafının eskiye nazaran artığını fark etti. O mu çok harcıyordu yoksa deterjanların kalitesi mi bozulmuştu? Hesabını bilmeyenin başı dertten kurtulmazdı! Mayına harcanacak para hesaplanıyordu da, mayınsız araziden 44 yılda kazanılacak para neden hesaplanmıyordu peki? Matematiğimize ambargo mu konmuştu? Ambargolar yalnızca “Ecevit” dönemine özgü değil miydi?

Mayın ayıklamak için neden sermayenin İsraillisi gündemdeydi? İşte bunu çözmüştü Anlayamayan Adam. Çünkü vatandaşı öz varlığına yabancılaştırmanın çift etkili, mavi boncuklu formülü bulunmuştu:

Eğer bir varlık Araplara verilmek isteniyorsa, “İsraillilere verilecek” deniyor; eğer İsraillilere verilmek isteniyorsa da, “Araplara verilecek” lafı ortaya atılıyordu.

Her iki seçeneğin de muhalifleri isyana hazırdı. İhale konusu varlık iki taraf arasında gidip gelen pinpon topuna döndüğü an itirazcıların başı döner, şuuru bulanırdı.

Buna rağmen itirazlarında ısrarlıysalar bir orta formül bulunuyor, “Şu öz varlığınızı Batı’lı bir firmaya verin de kurtulun bari” deniyordu. Batı’lı şirketin büyük hissedarları Arabistanlı ya da İsrailli olsa bile direnmekten bitap düşenler son teklifi onaylıyordu genellikle. Nasıl olsa Arap ve Yahudi sermayesinin görüntüsü saf dışı edilmiş, öz varlığı dışlama fikrine alışılmıştı.

Deterjandan vazgeçip, Arap sabunu mu kullansaydı? Daha ucuzdu ama değişiklik yapmak hiç kolay değildi. Alıştığı deterjanın kokusunu duymadıkça, evinin temizlendiğine ikna olamıyordu zira. Kullandığı deterjan kimin malıydı acaba? Kovanın içindeki kirli suya, yüzeydeki ölgün köpüklere baktıkça şuuru bulanmaya, başı dönmeye başladı.

Mayın temizleme fıkrası büyük olasılıkla Hollywood menşeliydi. Arap ve İsrailli için hava hoştu, Türk’ün istikbali ise loştu. Belki de fıkra kahramanı Türk kerhen karşı koymaya çalışmıştı. Başarılı olmuş muydu? Hayır… Peki neden? Çünkü fıkranın bir kuralı vardı: Kural koyucu “BOP” deyince akan sular duruyor, metal kaplı mayını çıkarttıktan sonra organik tarım yapmak bir yabancıya kalıyordu. Her şerde bir hayır ararsak, Türkçemiz zenginleşmişti bu sayede. “Hop dedik!” yerine, “BOP dedik!” diye uyarıldığımızda bunu anlayabilirdik.

Yer temizliği henüz bitmemişti ama kovadaki suyun taharet gücü yitmişti. Anlayamayan Adam mikrop yuvası suyu klozete boşaltıp sifonu çekti. Kova tekrar temiz suyla dolunca belki de içi ferahlayacak, beli doğrulacaktı.

Son birkaç soru daha kalmıştı Anlayamayan Adam’ın kafasında: İhale yabancısına yol gösteren bir yerli ortak ayarlanmış mıydı? Ayarlanmışsa, adı-sanı belli miydi? Mayını alınmış sınırdan petrol fışkırırsa, organik tarımda inat edilir miydi? İhale metnine, “Petrol çıkarsa bedeli ödenir!” maddesi eklenir miydi?
Bütün bu sorulara yanıt bulunamazsa, konu bir başka bahara kadar derin dondurucuya kaldırılır mıydı?





Ali Sefünç Haziran 2009


İsimli ve yazıyla ilişkili yorumlar dikkate alınır.

Hiç yorum yok:

id="wobsbn"> Web Analytics