1 Haziran 2009 Pazartesi

Nafile Diyalog - 1 - Kabak etkisi



- Biliyor musun ne olmuş?
- Mutlaka biliyorumdur.
- Öyleyse hiç anlatmayayım.
- Yok yok, sen yine de anlat. Bakalım ne kadar iyi biliyorsun?
- Hep böyle yapıyorsun, dilsel soğukluk getiriyorsun adama. Bak anlatmam ha!
- Ne o? Bildiklerini unuttun değil mi? Şimdi de beni bahane ediyorsun.
- Saçmalama! Neden unutayım?
- Onu ben bilemem artık. E peki, ne olmuş?
- Bir uçak pistten çıkmış.
- Ben biliyorum o olayı, neredeyse iki ay oldu. Sen daha şimdi mi duydun?
- Yok yahu, bahsettiğim uçak bu sabah pistten çıkmış.
- Vah vah, aynı uçak mıymış?
- Ben ne bileyim kardeşim, aynı uçak değildir herhalde.
- İnerken mi, kalkarken mi pistten çıkmış?
- İnerken…
- Motoruna kuş kaçmıştır mutlaka.
- Onu da nerden çıkardın?
- Kuşluk vakti inen uçakların başına bu gelir genellikle. O saatlerde uçakların inmesi sakıncalı bence...
- Hadi ya! Kuşlardan başka olasılık yok mu?
- Neden olmasın? Kuşlar masumsa, o zaman kaptan pilot sarhoştur.
- Sabahın köründe kim alkol alır kardeşim?
- Akıllım, sen sabahın körü san! Ya o uçak Brezilya’dan geliyorsa? Eğer öyleyse yola gece çıkmışlardır, pilotların kafası iyidir kesin. Anlarsın ya; samba, karnaval falan…
- Haberlerde öyle bir ayrıntı yoktu. Pilot alkollüyse, bu belli olmaz mı?
- Hem olur, hem olmaz.
- O niye?
- Kaza oldu mu medya pilotları kollar, uçakları suçlar.
- Neden öyledir?
- Her gazetecinin bir pilot akrabası vardır ama uçak fabrikası sahibi akrabası yoktur.
- Hiç sanmıyorum. Zaten konumuz gazeteciler değil, uçak kazası kardeşim!
- Pilotaj hatası yoksa pistte bir sorun vardır abi. Boyu kısaydı zaten.
- Diğer uçaklar da aynı pistte inmiyor mu? Neden boyu kısa olsun ki?
- Ayık pilotlar pistin en başına inip sıkı fren yapıyorlardır. Bu uçağın kaptanı kesinlikle sarhoştur.
- Yine aynı suçlamaya döndün. Senin anlayışında da bir kısalık var galiba.
- İddiaya var mısın? Pist kısa abi.
- Gerçi pistlerden birinin uzatılacağını duymuştum ama…
- Bak, ben haklıyım işte.
- Aksi düşünülemez zaten, hep sen haklısındır. E ne bekliyorlar o zaman? Bir an önce pisti uzatsınlar bari.
- Uzatırlarsa başka sorunlar çıkar, ileride ölümlü kazalar artar.
- İlginç bir yorum… Kazalar neden artsın?
- Pist uzayınca, uçaklar pistten hiç çıkartmayacak mı sanıyorsun?
- Evet, öyle sanıyorum.
- Çok yanılıyorsun abi. Mesafeyi bol bulunca, iniş takımlarını pistin tam ortasına değdirir bu maceracı pilot takımı.
- Yorumun mantıklı gelmedi.
- Arap da hacı yağını bol bulunca baldırına bacağına sürmüyor mu?
- Bilmem… Öyle mi?
- İnsanlardaki israf anlayışı, Arap-pilot ayrımı tanımaz abi.
- Diyelim ki haklısın. Nasılsa pist daha uzun olmayacak mı? Duramayan uçak yine pistin dışına çıksa da çamura saplanır. Ama eminim ki bu tür kazalar azalır.
- Orada toprak olmayacak ki saplansın. En az 5-10 aile telef olur. Her aileyi 4 kişiden sayarsak, 20-40 kişi gider abi.
- Ailelerin ne işi var orada? Piknik mi yapıyorlar?
- Piknik yasak.
- Ne var o zaman?
- Orası şimdi boş ama ileride TOKİ Bloklarında oturanlar olacak abi.
- TOKİ bloklarının ne işi var pistin ucunda?
- Yeni imar planı çıkmış, 2000 haneli site yapacaklarmış. İnşaat bittiğinde pistten çıkan uçaklar binalara toslayacaktır doğaldır ki.
- İnanılır gibi değil! Sen kalk, havaalanı alanına tecavüz edip binalar kur. Büyük haksızlık…
- Bence haklılar, İstanbul’da boş arsa mı kaldı?
- Sen de bir anormallik var mı?
- Yoooo. Çoğunluk benim gibi düşündüğüne göre çok normalim abi..
- Nereniz normal?
- Komple her tarafımız. Biz zaten normal olduğumuz için çoğunluğuz. Gerçi sayımız daha azken de normaldik ama sesimizi duyuramıyorduk...
- Çoğunluk olmak normalliğin kanıtı değildir bence…
- Bal gibi kanıtıdır.
- Sana katılmıyorum.
- Referanduma götürelim o zaman.
- Öf, sıkıldım. Normalliği, anormalliği bir kenara bırakıp gerçeklere bakalım. O bölge havaalanı için ayrılmış bir kere, site için başka yer bulsunlar.
- Bekâra karı boşaması kolay tabii… Kastettiğin başka yerler kent merkezinden öyle uzak ki, para etmiyor.
- Şehir merkezine yakın başka yerler bulsunlar o zaman.
- Denizin içine mi yapsınlar abi?
- Mantıksızlığına hayranım doğrusu. Ben de sana uyarsam, “Denize yapsınlar” der, çıkarım işin içinden kardeşim.
- Otoyol ve pist manzaralı evler, denize nazır olanlardan daha revaçta şimdilerde.
- Yine de bir denizi düşünsünler.
- O da fena fikir değil aslında. Marmara denizini tamamen doldursalar ne arsa çıkar ama. Çanakkale’ye kadar yolu var. İki boğazı birleştiren bir kanal da bıraktın mı arada, tamamdır...
- Konuşmayı sulandırma, biz asıl habere dönelim.
- Ne haberiydi?
- Uçak pistten çıkmıştı ya…
- Hangi havayollarınınmış?
- Kenya mıymış yoksa Kongo muymuş neymiş? Afrika ülkelerinden biri olduğu kesin ama.
- Yahu bunu baştan söylesene abi. Ne diye uğraştırıyorsun beni. Kaza nedeni apaçık belli.
- Hadi ya! Yine ‘Şıp’ diye bildin yani.
- Tabii abi. Şimdi bunlar Afrikalı ya, kalıbımı basarım kabak lastik kullanıyorlardır. Balatalar da az biraz erimiştir. Bilirsin, sabahları pist zaten nemlidir. Lastikler de kabak olunca uçak duramamıştır.
- Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?
- Şaka mı yapıyorsun? Benden kaçmaz, kabak lastiğin başa ne belalar açtığını iyi bilirim.
- Bu konuda uzmanlığın mı var?
- Kabak lastik yüzünden kazaya uğramıştım bir zamanlar.
- Uçakla mı?
- Hayır, arabayla?
- Uçakla araba kazası nasıl benzetilebilir? Birbirinden o farklı araçlar ki…
- Dert etme abi! Ben araçları değil, lastiklerini benzettim zaten. Bütün lastikler birbirine benzerler ya. Havayla şişirilmişlerdir ve yuvarlaktırlar…
- Bu tanıma uyan başka şeyler de var ama…
- Ne mesela?
- Boş ver. Hava ve kara yollarını birbirine karıştırmasak derim!
- Aslında ben kısa süreliğine pilotluk da yaptım.
- Ne pilotluğu?
- Dalış pilotluğu.
- Öyle bir pilotluk mu var?
- Şaka yaptım abi… Pervaneli uçaklarla tarım ilaçlaması yapıyordum. Dalış yapıyorsun ve ilacı püskürtüyorsun.
- Ne güzel işte, tam sana göreymiş.
- İyiydi ama sürdüremedim.
- Niye bıraktın?
- Küçük bir kaza oldu da.
- Nasıl bir kaza.
- Bir tarlaya dalış yaparken önüme aniden iki katlı bir ev çıktı.
- Ev niye önüne çıksın? Hareket eden sensin be kardeşim!
- Sen kimden yanasın be abi?
- Haklıdan yanayım tabii ki.
- Tamam, anladım. Benden değil, evden yanasın.
- O ev daha önce orada yok muydu?
- Vardı aslında.
- Rotayı mı karıştırdın, evin varlığını mı unuttun?
- Yok be abi. O çiftlik evi daha önce tek katlıydı. Oğlu evlenecek diye adam evinin üstüne bir haftada kat çıkmış. Nerden haberim olsun?
- Seçim öncesi miydi?
- Evet ya.
- Kötü mü çarptın?
- Az biraz… Kanadın biri koptu.
- Sana bir şey oldu mu peki?
- Mecburi iniş yaparken tarladaki ürünler kafama çarptı.
- Yine kusur olduğu yerde duranda yani…
- Canı yanan benim ama…
- Tarlada ne ekiliydi?
- Bal kabağı… Birkaç ay hastanede yattım.
- Anlaşıldı, senin kısmetin kabaktan açılmış.
- Aksine, kısmetim kabaktan kapandı. İşten atıldım.
- Kazada en çok ne tarafın zarar gördü?
- Tam hatırlamıyorum.
- Hangi serviste tedavi gördün?
- Çapraz sorguyu boş ver şimdi abi. Sonra bir ara anlatırım. Biz ne diyorduk? Hah, site meselesi… Havaalanı manzaralı bir evim olmasını öyle isterim ki…
- Hayale bak! Gürültüden uyuyamazsın, ne cazibesi var o evlerin?
- Penceresinden uçakları sayarım.
- İnenleri mi, kalkanları mı?
- Bunu hiç düşünmemiştim. Yahu gerçekten, ben hangisini sayayım? Yoksa her ikisini de mi? Çok zor olur ama.
- Kolayı var zeki kardeşim. Yalnız inenleri sayarsan kalkanları da saymış olursun. Veya tam tersi…
- Doğru ya, inmemiş bir uçağın kalkması imkânsızdır. Öyle değil mi?
- Öyle tabii. Merakımı bağışla, uçakları neden saymak istiyorsun?
- Alışkanlık meselesi. Hayatımın ilk yıllarında yoldan geçen arabaları sayardım.
- At arabası mı, kamyon mu?
- Çocukken kamyon, sonraları otobüs… Askerlik bitince de, kısa bir dönem kırmızı vosvagen...
- Vosvagen niye?
- Dileğim olsun diye...
- Şimdi hatırladım. Kaç kırmızı vosvagen olunca dilek gerçekleşiyordu yahu?
- 100 vosvagen abi...
- Bayağı da varmış. Artık trafikte vosvagen de kalmadı ki, dilekler gerçekleşsin. Örneğin; senin şu havaalanı manzaralı TOKİ dairesi...
- Yok be abi, kırmızı vosvagen böyle dileklere işlemez. Dilediğin evi alabilmek için para saymak lazım.
- Bir an hatırlayamadım, vosvagenle ne dilek tutuluyordu?
- 100 taneyi tamamlamanın ardından ilk karşılaştığın kişiyle evlenebilmek için.
- Bu tür şeylere yalnızca genç kızların inandığını, koca için vosvagen saydıklarını sanırdım.
- Ben de öyle bilirdim ama bir kere olsun şansımı denemek istedim.
- Dileğin tuttu mu peki?
- Ne yazık ki tuttu!
- Haydaaa! Pişmanlık niye?
- Sayıyı tamamladıktan 5 dakika sonra, zar zor terk ettiğim eski sevgilimle köşe başında karşılaşmayayım mı?
- Sonra ne oldu peki?
- İlişki yeniden başladı.
- Onunla evlenmek zorunda mıydın? Hakkını bir sonraki için kullansaydın.
- Abi tamam, bunu ben de düşündüm ama karşı koyamadım. Sanki ilahi bir güç beni ele geçirmişti.
- Hâlen onunla mı evlisin?
- Evet, iki de çocuk var. Ellerinden öperler.
- Yeni bir evlilik için yine araba saysaydın. Mesela kırmızı Porshe...
- Araba saymanın bendeki hatırası kötü, bir kere daha denemeyi göze alamadım.
- Ama şimdi uçakları saymayı düşünüyorsun…
- Anca kendime geldim. Modernleşmek, çağa uymak lazım. Belki uçaklarla tutulan dilekler de vardır.
- İnanç batıl olduktan sonra, araba yerine uçak sayarak nasıl modernleşilir ki?
- Abi, sen farkında değilsin galiba? Yenidünya düzeninde modern araçlarla ilişki kurduğun, ona sahip olduğun veya kullandığın an otomatikman modernleşiyorsun.
- Batıl inancı ne yapıyoruz peki?
- O aynen duruyor, inancı değiştirmeye hiç gerek yok. Yeter ki araçlar modern olsun.
- E çüş artık. Modern silah kullanılarak yapılan katliamlar çağdaş eylem mi oluyor? Ya lüks hayat yaşarken feodalliğine zirve yaptıran birinin demokratlığına ne demeli?
- Modern araçlar ön plana çıkınca, suçlu arada kaynıyor abi. Katil bile olsa… Son cümlen de çok güzeldi ama bak işte onu anlayamadım.
- Çok saçma. Konuyu değiştirelim.
- Abi şimdi birden aklıma geldi, bana biraz borç verebilir misin?
- Ne alaka?
- Birkaç günlük sıkışıklığım var da.
- Hiç nakdim yok valla?
- Anladım. Paran olsa verirdin değil mi?
- Tabii ki verirdim.
- Ben de teşekkür ederek alırdım abi.
- Verildi mi alınır canım.
- Aldım gitti o zaman.
- Neyi?
- 5.000.- lirayı…
- Kimden?
- Bizim Müjdat’tan abi… Sana borcu varmış, iletmem için bana vermişti.
- Allah’ım sen bana sabır ver! Biz nerden geldik bu noktaya?
- Uçak kazasından.
- Bak kardeşim o paranın yeri var. Yengen tek taş pırlanta yüzük alacaktı o parayla…
- Benimki aldı bile. 12 ay taksitle almayanı dövüyorlar.
- Taksiti hiç sevmem.
- Seni çok iyi gördüm be abi, zayıflamışsın galiba…
- Ne zayıflaması? Kilo aldım. Her neyse, 5.000.- diyorum…
- Gram’dır sanırım, o kadar kilo almış olamazsın.
- Lira diyorum ulan… 5.000.- lirayı senden almam lazım kardeşim.
- Yenge nasıl? Sağlık, afiyet yerindedir umarım. Çocukların okul durumu iyi mi? Bir gün yemeğe bekleriz. Gelmezseniz valla küserim.
- Tamam tamam, anlaşıldı. Ne zaman ödeyeceğini söyle bari…
- En kısa zamanda tabii ki.
- Ne kadar kısa?
- İlk karşılaşmamızda…
- Sözünü tut ama!
- Tutmaz olur muyum? Öpeyim abi.
- Az önce öptün ya, daha ne istiyorsun?
- O sayılmaz.

Ali Sefünç


2 yorum:

Adsız dedi ki...

mükemmel:))

www.alisefunc.blogcu.com sayfasına yazılan yorum dedi ki...

15/7/2009 - Denize taş
Yazan: Dünya
Çok güldüm çok yaşayın ,yazınızı okurken aklıma Rizeli Belediye başkanı geldi.Başkan denizin kenarına gelip eline bir taş alıp denize atarmış ,sonra yanındakilere haburdan size bir yer satayım dermiş,millette 'Başkan denizi mi satıyorsun' deyip onu ciddiye almaz gülerlermiş fakat Başkan dediğini yapmış ve sahili doldurmuş ve bir sürü arazi elde etmiş ve o yerleri de köylülere satabilmiş yanlızca ,şimdi de o köylüler arazi zengini olmuş... Sevgilerle

id="wobsbn"> Web Analytics